Dil ve edebiyat araştirmalarinin devletler arasi siyasete etkiSİ



Yüklə 25,48 Kb.
tarix23.08.2018
ölçüsü25,48 Kb.
#63832


DİL VE EDEBİYAT ARAŞTIRMALARININ

DEVLETLER ARASI SİYASETE ETKİSİ

Adnan Karaismailoğlu

Bu tebliğ daha çok Farsça ve Türkçe klasik şiir alanında çalışmalar yapan ve Hz. Mevlana’nın eserleri ve düşüncesi üzerinde ilgisini yoğunlaştıran şahsım için farklı bir yaklaşım olarak görülebilir. Böyle düşünüleceğini bilerek biraz cesaret göstererek, bilimsel tespit veya değerlendirmelerle siyasi mülahazaları bir araya getirmeyi gerekli görmekteyim. Günümüzde şu veya benzeri soruları hatıra getirmek galiba gereklidir. Dil ve edebiyat araştırmalarında ideolojik ve siyasi yönlendirme mevcut mudur? Bilime hizmet hedefi dışında böyle bir amaçla geçmişte doğu dünyası için bu tür çalışmalar yapılmış mıdır? Ülkelerin kültür ve siyaset hayatında bu yolla önemli farklılaşmalar olmuş mudur?

Doğu dünyasında modern dil ve edebiyat araştırmalarıyla geleneksel tarzdaki sarf-nahiv, sözlük ve tezkire kitapları arasında yaklaşım itibariyle metot ve yöntem açısından büyük farklılıklar vardır. Yeni özellikteki çalışmaların ortaya koyduğu bilimsel bilgi ve veriler ülke ve ulusların XX. asırdaki modern devlet kimliklerine büyük katkılar sağlamıştır. Ancak bu değişme ve yenileşme yıllarının bütün orta doğuda uluslar arasında dil ve edebiyat açısından ciddi ayrışmalara yol açtığı galiba kabul edilmelidir.

Yeni ulus devletler kendilerine tarihi dayanak ve gerekçeler oluştururken, dil ve edebiyat alanını öncelikle dikkate aldıkları görülmektedir. İslam dininin kutsal kitabının yazıldığı harfler olması nedeniyle asırlardır Arapların dışındaki Müslüman kavimlerin de kullandığı Arap harfli alfabeler, başta Türkiye, İran ve Azerbaycan olmak üzere tartışılan bir konu oldu. Şu veya bu gerekçelerle Türkiye, Türk cumhuriyetleri ve Tacikistan’da adımlar atılmış oldu. Bu tartışmalar ve varılan kararlar, konumuz dışıdır. Ancak kültür ve edebiyat alanındaki ayrışmalar ve özellikle Türk, Arap ve Fars ulusları arasında ortaya çıkan soğukluk ve uzaklık tabii ki konumuzdur.

Dil alanındaki tartışmalar, alfabeyle sınırlı kalmamıştır. Alfabesini değiştirenler ve değiştirmeyenler dil üzerinden eski ile yeniyi çatıştıran bir anlayışla ulusların yakınlaşmasına yardımcı olan ortak sözcük ve kavramlardan dili arındırma gayretinde bulundular. Türkçe, Arapça ve Farsça dillerinde bu çabanın süreçleri tarihi sıralamayla ayrı ayrı ele alınabilmektedir. Hatta Arapça’da daha çok olmak üzere aynı dili kullananlar arasında dahi ayrışmalar oluştu.

Gerek alfabe ve gerekse kelimeler üzerinden yürütülen tercih ve politikalar, birinci dünya savaşından sonra söz konusu ülkelerdeki siyasi iradenin öncüğünde yürütüldü. Bugün yaşanan çatışmaların bir anlamda iyi niyetle de olsa ilk adımı galiba ulus devlet oluşturma çabalarıyla atıldı.

Konuyu özelleştirirsek Türkçe, Farsça ve Arapça edebiyat tarihi kitaplarında kendi dil ve edebiyatını vurgulayan, diğer dil ve edebiyatları bir şekilde dışlayan bir anlatım geçerli olmuştur. Farsça İran edebiyat tarihlerinde olabildiğince İslamiyetin yayılışı göz ardı edilerek Arap istilasından söz edilmekte, Araplara yönelik olumsuz anlatımlar yer almaktadır. İkinci dikkat çeken husus ise Farsçanın ve Fars kimliğinin üstünlüğünü vurgulama anlamında Türklerin olumsuzlanmakta, Farsçanın Türk dili ve edebiyatı üzerindeki etkisi önemle dile getirilmektedir. Bu genel çerçeve son yüzyıl İran edebi çevrelerinde ve kültüründe, en azından bir bölümünde etkin olmuştur. Bu amaçla yazılmış birçok Farsça eser kaleme alınmıştır.

Arap edebiyat tarihlerinde ise bu tablonun aksine Fars kimliği aleyhine bir çok konu ve iddiayla karşılaşmak mümkündür. Her iki taraf için tarihten yararlanma imkanı vardır. İlk hicri asırlarda ortaya çıkan Arap kavmiyetçiliği ve Şuûbilik akımları bu konuda yeterince malzeme sağlamaktadır. Bu ayrıştırma ve üstünlük iddialarını tespit etmek ve sıralamak kolay bir bilimsel çalışma olabilir. Ancak amacımız bundan çok daha ileri düzeydedir.

Batılı şarkiyatçılar tarafından kendi usul ve yöntemleriyle başlatılan doğu araştırmaları, doğulu araştırmacılar tarafından XX. yüzyılın ilk yarısında örnek alındı. Türkiye’de ve İran’da batı kaynaklı disiplin ve prensiplerle başlatılan modern edebiyat tarihi çalışmaları önemli eserlerin yazılmasını sağladı. Doğuda ve batıda yayımlanan İslam Ansiklopedileri bu alandaki önemli bir yakınlığı ve yaygın çabayı temsil etmektedir. Bu çalışmalar arasında klasik kaynaklardaki bilgilerin modern tarzdaki başarılı çalışmalarda bir araya getirilmesi dikkat çekici sonuçlar vermiştir. Böylece geride kalan asırda Türkçede ve Farsçada edebiyat tarihçiliğinin önemli örnekleri oluşmuştur.

Türkiye’de ve İran’da bu alanda önemli eserler kaleme alındı. Birçok ismin arasında her iki ülkeden öncelikle iki ünlü bilim adamının, Mehmed Fuad Köprülü (1890-1966) ile Zebîhullâh-i Sefâ’nın (1911-1999) adını öne çıkarmak gereklidir, sanırım. Bu iki kıymetli edebiyat tarihçisi, tarihi kaynaklardan aktardıkları bilgiler veya yayımladıkları eserler açısından emsalleri arasında adeta benzersizdir.

Ancak doğu kültürü ve geleneği açısından değerlendirildiğinde bu büyük başarıları gölgelenmektedir. Zira onların ve benzeri doğulu ve batılı edebiyat tarihçilerinden birçoğu, doğulu edebi şahsiyetlerin düşünce ve şiir dünyalarıyla ilgili farklı, galiba dışlayıcı ve ayrıştırıcı tespitler oluşturdular. Türk, Fars ve Arap kimlikleri üzerinde tarihsel dayanakları tartışılacak yargıların yaygınlaşmasına zemin hazırladılar. Doğu edebiyatının Türkçe, Farsça ve Arapça kollarının ayrıştırılarak ve karşıtlıklar üzerinden ele alınması anlayışının öğreticisi oldular.

Avrupa’da ve Türkiye’de bu yeni tercih yönünde başta Türklerin klasik şiiri ve geleneği hakkında çok olumsuz tespit, görüş ve yorumlar bilimsel tezler olarak kayıtlara geçti. Önek olarak Türkler XX. asra kadar Fars dili ve edebiyatının egemenliğinde yabancı hissiyatla eser vermişlerdir. W. Gibb, M. F. Köprülü bibi araştırmacılar bu görüşleri ciddi yazı ve kitaplarda dile getirirken1, İranlı araştırmacılar da Fars dili, edebiyatı ve kültürünün Türk edebiyatını, dilini, kültürünü, hatta dini anlayışını ne kadar derinden etkilediğini anlatan makale ve kitaplar yazmaya yöneldiler.

Öne çıkan “Farslaşmış Türk şairler” ve “İranlılaşmış Türkler” ve benzeri kalıp ifadelerle önce Batıda sonra Türkiye’de ve İran’da Osmanlı dönemi klasik Türk şiiri ve geleneği hakkında olumsuz çeşitli genellemeler yaygınlaştı. Örnek olarak W. Gibb’in şu çok genel cümleleri, Türkler içindir:



Bu meselede de yine, İran harsının hakikat halde kendi tabiatlarına uyup uymadığını düşünmemişler, hatta millî hususiyetlerine uyabilecek şekilde onu tadile bile kalkışmamışlardır, bilakis kendilerini ona uydurmağa çalışmışlar, İranlılar gibi düşünmeğe ve İranlıların gözüyle görmeğe kendilerini icbar etmişlerdir2.

Günümüzde edebiyat tarihi kitaplarından sosyal ve siyasal alana ulaşıp daha da yaygınlaştığını gördüğümüz bu ve benzeri olumsuz yargılara kaynak gösterebileceğimiz çok örnek mevcuttur. M. Fuad Köprülü’nun şu ve benzeri ifadeleri bu türdendir:



Horasan ve Maverâün’-nehr, hilâfet merkezine isimce bağlı yerli -ve sonraları çok acemleşmiş Türk- sülâleler eline geçtikten sonra, İslâm istilâsının bütün merhamet bilmez dehşetine rağmen ortadan kaldıramadığı eski İran rûhu tekrar kendini gösterdi ve IV. asırdan başlayarak İran lisan ve edebiyatı İslâmî bir şekil altında gelişme ve yükselmeğe başladı.3

Türk diline değil asıl Fars edebiyatına büyük hizmet etmiş olan Mevlânâ ve Sultan Veled’in te’siriyle Mevlevî tekyeleri, Türkiye’de asırlarca birer “İran kültürünün propaganda merkezi” mahiyetini muhafaza etmişler ve işte bundan dolayı, klâsik Türk şiirinin inkişafında çok büyük bir rol oynamışlardır.4

Sultan Veled’in bu manzumelerinde Türk kelimesini, tıpkı Mevlânâ gibi, “merkezî idareye tabi olmayan ve daima karışıklıklar çıkaran göçebe Türkler” mânâsında kullandığı, ve bunların ne kadar derin bir kin ve şiddetle aleyhinde bulunduğu açıkça görülmektedir. O, devrin umumî telâkkiylerine tâbi olarak, şehirlerde yüksek bir kültür seviyesine erişmiş olan Türkleri Rûmî addetmektedir ki, İran kültürünün hâkim olduğu Türk sâhalarındaki Türk şairlerinde ve umumiyetle İran müelliflerinde hemen daima bu tarzda kullanılışına tesadüf ederiz.5

Günümüzde edebiyat tarihi ile ilgili çeşitli konular, yaşanan güncel hadiseler ve siyasi gelişmelerin de katkısıyla tekrar tekrar bilimsel ve kültürel alanlarda ele alınmalıdır.

İranlı edebiyat tarihçilerinin Fars dili ve edebiyatının Türk dili ve edebiyatı üzerindeki tesiri ve üstünlüğü konusuna heyecanla yönelmelerinin yanı sıra İran tarihindeki Türklerin varlığı hakkındaki olumsuz beyanları dikkat çekicidir. Bu konularla ilgili onlarca makale ve kitap adı burada verilebilir, ancak gerekli görülmemektedir.

Konuyu merhum araştırmacı âlim Z. Sefâ üzerinden izah ederken öncelikle birkaç hususa işaret etmek uygundur. Doğu için edebiyat tarihi kitapları, ırka dayalı bir hassasiyetle kaleme alınmıştır. Kanaatimizce Z. Sefâ da eserini bir asır öncesinin ulus devlet ideal ve arzularına uygun şekilde ele alınmış, Fars asıllı oluş ve İranlılık anlayışı eserine hakimdir. Dolayısıyla Türkler ve diğerleri, muhalif ulus olarak şiddetle yerilmiştir. İkinci ayrılık ve karşıtlık gerekçesi dini ve mezhep kaynaklıdır. Aşırı dini fırkalar dikkate alınmaksızın Şii ve Sünni ayırımı öne çıkarılmış, Şia ve Mutezile bir taraf; Sünnilik, Hanefilik ve Eş’arîlik diğer taraf olarak konu edinilmiştir. Böylece ırka dayalı yaklaşım, dini temelli bir yaklaşımla da pekiştirilmiştir.

Bu hususlara Z. Sefâ’nın eserlerinden bir iki örnek getirmek yeterli olacaktır. Onun, önemli eseri “Hemâseserâyî der Îrân”daki bazı görüşleri şöyledir:

IV. asrın sonlarından itibaren ilk olarak azad edilmiş Türkler ve daha sonra Türk asıllı saldırgan kabileler art arda İran’a hakim oldular. Bu kavmin kirli eli İran ülkesi ve ordusuna uzandığı ve kişisel taassupları, katılık ve saflıkları meşhur olan bu topluluğun İran’a hakim ve İranlıların yöneticisi oldukları günden itibaren ülkemizin işi başka bir şekle büründü. Arap nüfuzu ve hakimiyetinin İran kavmine yapmadığını, Türklerin hakimiyeti ve iktidarı yaptı. Arapların hakimiyet ve üstünlüğünde eksik, yarım ve etkisiz kalan tahribat, bu siyasi ve sosyal hakimiyet ve nüfuzda tam ve eksiksiz oldu.6

Şu cümleler de “Târîh-i edebiyyyât der Îran” isimli eserindendir:



Türklerin İran’a hakim olmaları ve onların merhametsiz azap ve zulümleri doğal olarak beyaz ve sarı derili iki ırk arasında bir çekişme doğurmuştu. İki unsurun bu mücadele ve kavgası İslam ülkelerinde yeni bir durum değildi.7

Doğu edebiyatının Mevlânâ, Yunus Emre, Sa’dî ve Hâfız gibi mümtaz şahsiyetlerinin adları anıldığında hatıra gelen düşünceler ve hissedilenlerle yukarıdaki sadece örnek olarak verdiğimiz birkaç alıntı, galiba, çok farklı dünyalara bakmaktadır. Son yıllarda Türkiye’de öne çıkan Arapça, Farsça, Osmanlı Türkçesi ve çeşitli Türk lehçelerini öğretme ve öğrenme heyecanı önce anılan mümtaz şahsiyetleri anlamada ve ardından edebiyat tarihçiliği alanında büyük yardımcı olacaktır.

Bildirinin başlangıcındaki soruları tekrar hatırlayalım: Dil ve edebiyat araştırmalarında ideolojik ve siyasi yönlendirme mevcut mudur? Bilime hizmet hedefi dışında böyle bir amaçla geçmişte doğu dünyası için bu tür çalışmalar yapılmış mıdır? Ülkelerin kültür ve siyaset hayatında bu yolla önemli farklılaşmalar olmuş mudur?

Bu sorulara maalesef olumlu cevap vermek durumundayız. Doğu dünyasında son yıllarda yaşanan büyük ayrışmalar ve acılar herkesi daha sorumlu ve dikkatli olmaya mecbur etmektedir. Konular yeniden ve daha bilimsel ve gerçekçi bir şekilde ele alınmalıdır. Bilim ve kültür alanlarında artık eldeki tarihi kaynaklar ve yayımlanmış eserler bize daha çok yardımcı olacak özelliktedir. Vurgulamak gerekir ki XIX. ikinci yarısında ve XX. asrın başların ortaya konmuş olan Batı oryantalizminin ve siyasi gelişmelerin baskısı giderek yön değiştirmektedir.



Prof. Dr. Kırıkkale Üniversitesi Fen edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü

1 Adnan Karaismailoğlu, Karşılaştırmalı Edebiyat Araştırmaları Açısından Klâsik Türk Edebiyatı ile İran Edebiyatı, Bilig, sayı 23, 2002 Güz, s. 141-154.

2 E. J.W.Gibb, a History of Ottoman Poetry, E. J. W. Gibb, Volume I, London, 1900, s. 7; ---, Osmanlı Şiir Tarihi, Çev. Halide Edib öncülüğünde heyet, Cilt I, Kitap 1, İstanbul, 1943, s. 7.

3 M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara, 1976, s. 20.

4 M. Fuad Köprülü, Anadolu Selçuklu Tarihinin Yerli Kaynakları, Belleten, cilt: VII, 1943 (s. 379-521), s. 453.

5 M. Fuad Köprülü, Anadolu Selçuklu Tarihinin Yerli Kaynakları, s. 455.

6 Z. Sefâ, Hemâseserâyî der Îrân, Tahran, 1333hş., s. 154-155.

7 Z. Sefâ, Târîh-i edebiyyât der Îrân, II, 130-131.

Yüklə 25,48 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə