Deizme ve Deistlere Dair Bazı Temel Gözlemler 1



Yüklə 343,12 Kb.
Pdf görüntüsü
tarix19.10.2018
ölçüsü343,12 Kb.
#74759


 

Deizme ve Deistlere Dair Bazı Temel Gözlemler



1

 

 

Doğan Göçmen 



 

 

 

 

 

 

 

Felsefe bu sargıları da açar, öze bakar. 

Uluğ Nutku 

 

 

 



“İnanmanın felsefesi” ülkemizde henüz yeni yeni deneniyor. Bildiğim kadarıyla bunu ilk deneyen 

Uluğ Nutku oldu. Daha çok düşünce-tarihsel olan bu kısa çalışma bu çabayı ilerletmek amacıyla 

kaleme  alınmıştır.  Bununla  neyi  kastediyorum?  Nutku  ülkemizde  “[i]nanmanın  felsefesinin 

şimdiye kadar yapılamayışının bir nedeni de inanca bilginin olumsuzlanması olarak bakılmasıdır” 

diyor.  “Oysa”,  diye  devam  ediyor  Nutku,  “bilginin  olumsuz  koşulu  hatadır  (…)  ve  hata,  bilme 

sürecinde ortaya çıkar, inanmada değil.” Şöyle devam ediyor: “Bilgide işlerli doğru-yanlış ölçütü 

inanmanın  da  ölçütü  sayılırsa,  çözümlemenin  yolu  saptırılmış  olur.  İnanma,  bilgiden  destek 

beklemekle  beraber  onu  kuşatmayı  da  amaçladığından,  ‘kendi  doğrularını’  zaten  bilginin  dışına 

taşımıştır.”

2

 Böylece, Nutku, inanmanın alanını bilginin alanına aşkınsal olarak tanımlamış oluyor. 



Bu  alan,  bilgi  alanı  değildir,  fakat  bilgi  edinmenin,  yeterli  olmasa  da,  önemli  bir  önkoşuludur. 

Diğer  bir  deyişle  inanmanın  alanı  bilginin  alanının  ötesinde  bilgi  ediniminin  önkoşulu  olarak 

oluşur  ve  böylece  bilgi  edinme  çabasının  yönünü  de  belirlemiş  olur.  Bilgi,  deney,  deneyim, 

gözlem, kuramsal düşünme ve mantıksal kurgulama sonucu, bilginin alanının ötesinde inanmanın 

alanı  olarak  belirlenmiş  olan bu  alanın  “yüzölçümü”  yapılırken  elde  edilir.  Bu  bağlamda  yapılan 

“inanç-iman”  ayrımının  yapay  olduğuna  dikkat  çekiyor.  Buna  göre,  imanın  alanı,  aşkınsal  bir 

alandır  ve  bu  elbette  inanmanın  alanıdır.  Öyleyse  bu  alan  doğrudan  bilimlerin  ve  felsefenin 

alanıdır,  hiçbir  disiplinin  veya  imtiyazlı  kişi  ve  kurumların  özel  alanı  değildir.  Buna  karşın  bu 

ayrımın yapılmış olmasını, Utku “bir kaçamak” olarak tanımlıyor ve “felsefe kendi kaçağını halen 

yakalayabilmiş  değil.”

3

   Bu  kısa  çalışma,  bu  kaçağın  yakalanmasına  dair  mütevazı  bir  katkıdır. 



Böylece  Uluğ  Nutku  ile  yıllarca  önce  Adıyaman  Üniversitesi’nde  konuya  dair  başlatmış 

olduğumuz diyalog da bu şekilde devam ettirilmiş olacak. 

                                                             

1

 Elinizdeki yazı Bilim ve Ütopya derginsin 282. sayısında yayınlanmıştır. 



2

 Nutku, U., İnanmanın Felsefesi – Özebakışçı Bir Giriş, Anı Yayıncılık, Ankara 2012, s. vii. 

3

 Nutku, İnanmanın Felsefesi – Özebakışçı Bir Giriş, s. vii. 




 

Bugün  Deizm  olarak  adlandırılan  inanç  akımı  veya  hareketi,  adını  Latince  deus  (Tanrı) 



kavramından  türetilen  Fransızca  déiste  sözcüğünden  almaktadır.  Deizmin  modern  kökleri  İngiliz 

“özgür düşünenler” hareketine dayandırılsa da ve Deist kavramı Charles Blount’ın ilk olarak 1680 

yılında yayınlanan Deist Dinin Özet Açıklaması adlı yapıtından buyana yaygın olarak kullanılıyor olsa 

da,  S.  G.  Hefelbower  1920  yılında  kaleme  aldığı  Tarihsel  Olarak  Tanımlanmış  Deizm  başlıklı 

makalesinde Deizmin genel olarak kabul görmüş bir tanımının olmadığından şikâyetçi olmaktadır. 

Aslında bu çok doğaldır, çünkü her tanım içinde soyutlamaları, dolayısıyla dışarıda bırakılanı da 

barındırır. Bu nedenle gerçekte her tanım zorunlu olarak tanımladığı nesne ile karşılaştırıldığında 

hep yetersiz kalacaktır. Diğer taraftan Deistler gibi son derece karmaşık, yüzyıllar boyunca oluşup 

gelişmiş ve kozmopolit olan bir hareket, ne kadar tam ve ayrıntılı olarak tanımlanırsa tanımlansın, 

bu tanım hep eksik kalacaktır. Bu kısa yazı çerçevesinde aşağıdaki bu sınırlamayla Deist hareketin 

tarihine ilişkin bazı görüşler ileri sürülecek ve bir tanım denemesi yapılacaktır. 

Yasin Ceylan 28 Ağustos 2017 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan bir mülakatında Deizmi, 

“tüm evrenin gerisinde hareket veren bir güç olduğuna inanan bir Tanrı inancıdır. Ancak bu Tanrı 

insanların  ilişkilerine  karışmaz.  Sadece  ilk  hareketi  verir,  dolayısıyla  bir  elçi  göndermez,  kutsal 

kitap  göndermez”

4

 olarak  tanımlamıştır.  Deizm  için  yaygın  olarak  verilen  tanım  da  budur.  Bu, 



genel hatlarıyla yerinde ve isabetli bir tanım olabilir. Fakat analiz edilmesi, ek bilgilerle donatılması 

ve açıklanması gerekmektedir. Zira gerçek ve tam bilgi, hemen her konuda olduğu gibi bu konuda 

da, sıkça yanıltıcı olan yüzeye yansımış tabakanın altında ve ayrıntıda yatmaktadır. Aşağıda konu 

bağlamında öze ve ayrıntıya dair kısa çözümleyici bir deneme sunulacaktır. 



Deizmin Toplumsal Arka Planına Dair Kısa Bir Hatırlatma 

Deizm,  Avrupa’da  16.  ve  17.  yüzyılda  toplumun  feodal  aristokrasiyi  temsil  eden  kesimleri  ile 

bunların  karşısında  olan  ve  “halk”  denilen  toplumsal-sınıfsal  ve  tabakalar  arasında  yaşanan 

kavgada  ortaya  çıkıp  gelişmiştir.  Bir  görüş  olarak  Deizm,  yüzyıllar  süren  bu  kavgalarda  ortaya 

çıkmıştır.  Görünüşte  öncelikle  dini  dünya  görüşünü  ilgilendirse  de  aslında  doğrudan  maddi 

çıkarları da ilgilendiren sorunlara yanıtlar bulmaya çalışan inanç-özgürlükçü ve toplumsal eşitlikçi 

bir harekettir. Eş deyişle Deizm, temel edinmiş olduğu ilkeleriyle bir taraftan Avrupa Ortaçağında 

oluşmuş  olan  “dini  bağımlılıklar  sistemine”  saldırmakla  aynı  zamanda  varlığı  ezeli-ebedi  Tanrı 

iradesine  dayandırılan  “hiyerarşik  feodal  bağımlılıklar  sistemine”  de  saldırmaktadır.  Avrupa’da 

feodal hiyerarşik toplumsal düzenin simgesi doğal olarak en büyük toprak sahibi olan kilisedir. Bu 

nedenle Deizm, en başta kiliseye saldırmaktadır. Fakat Deistler sanıldığı gibi sadece dini ve felsefi 

bir  hareket  oluşturmamaktadır.  Tersine  aynı  zamanda  eşitlikçi  ve  özgürlükçü  olan  ve  inanç 

özgürlüğü  ile  birlikte  mülkiyet  sorununu  da  merkeze  alan  toplumsal  ve  politik  bir  harekettir 

Deistlik.  Bu  nedenle  Deizmin  epistemolojik  olarak  temellendirilmesine  herkesten  daha  çok 

katkıda  bulunan  John  Locke,  Hükümet  Üzerine  İkinci  Deneme’sinin  örneğin  “Siyasi  veya  Sivil 

Toplum Üzerine” başlığını taşıyan yedinci bölümünde mülkiyeti aynı zamanda “yaşam, özgürlük 

ve toprak” olarak tanımlar.

5

 



 

                                                             

4

 Bkz.: 


http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/812782/ilahiyat_mezunu_felsefeci_profesor__Deizmin__dinsiz_tanr

i_inanci__yayginlasmasi_normal.html

 (Erişim 16 Kasım 2017). 

5

 Locke, J., Two Treatises of Government, yay. Peter Laslett, Cambridge Üniversity Press, Cambridge 1993, s. 323. 




 

Deizm Kozmopolit Bir Harekettir 

Kaynakları  kozmopolit  olduğu  gibi,  Deizmin  kendisi  de  doğal  olarak  ürünü  olduğu 

Aydınlanmacılık  gibi  ve  elbette  bugün  etkisi  bakımından  da  kozmopolittir,  yani  tüm  insanlığı 

kapsayan  evrensel  bir  harekettir.  Deist  hareketin  amacı,  var  olan  tüm  pozitif  dinlere,  yani 

kurumlaşmış ritüelleri ve bir ideolojisi veya öğretisi olan, bir harekete dönüşmüş kısacası bir kültür 

haline  gelmiş  tüm  dinlere  temel  oluşturacak  akla  uygun  veya  akla  dayalı  bir  doğa  veya  doğal  din 

yaratmaktır.  Doğa  veya  doğallık  referansı,  Aydınlanmacılığın  tüm  diğer  yanlarında  olduğu  gibi, 

dini  inanç  ve  Ateizm  de  dâhil  olmak  üzere  tüm  inanç  türlerini  ilgilendiren  yanında  da,  tüm 

insanlığın  birliğinin  ve  bütünlüğünün  garantisi  ve  böylece  tüm  insanlığın  her  türlü  inanç 

bakımından  da  özgürlüğünün  ve  iç  barışının  ortak  zemini  olarak  işlev  görmektedir.  Zira  tüm 

evrensellik iddialarına karşın hep tekil olan ve tekil kalan ilahi dini öğretilerden farklı olarak doğa 

gerçek  anlamda  herkes  için  ve  hemen  her  şey  için  evrensel  zemin  oluşturmaktadır.  Eş  deyişle 

doğa,  başta  dini  inançlar  olmak  üzere,  ateizm  de  dâhil  olmak  koşuluyla  her  türlü  inancın 

çokluğunun  ve  zenginliğinin  zemini  olarak  görülmektedir.  Bu  açıdan  Deizm,  hoşgörü  ilkesine 

dayalı  bir  karşı-kültür  hareketidir,  çünkü  Deizmin  ilk  temsilcilerinin  İngiltere’de  içinden  çıkıp 

geldikleri  “özgür  düşünenler”  hareketi  aynı  zamanda,  hatta  belki  de  her  şeyden  önce  tüm 

insanlığın  iç  barışını,  yani  tarihsel  olarak  daha  üst  aşamada  yeni  bir  uygarlık  türünü  tesis  etmek 

isteyen kozmopolit bir karşı-kültür hareketidir. 

İşaret ettiğim gibi, Deizm, örneğin Ksenophanes gibi tek tanrıcı bir dünya görüşüne sahip olsa da, 

yani  tek  tanrılı  inancı  savunsa  da  hâlihazırda  var  olan  tek  tanrılı  dinlerin  her  birinin  diğerleri 

karşısında  kendisinin  tek  gerçek  inanç  biçimi  olduğuna  dair  mutlakiyetçi  iddialarını  hoşgörü 

ilkesinden hareketle ret  etmektedir.  Bu  ilkeden  hareketle,  J.  A.  Redwood’un  doğru  olarak  işaret 

ettiği  gibi,  Deizmin  ilk  büyük  kurucu  babalarından  sayılan  ve  Hıristiyanlara  seslenen  Charles 

Blount  yalnızca  İsa’nın  değil,  tersine  tüm  peygamberlerin  ve  tarihsel  kutsal  kişiliklerin  insanlığa 

katkılarının  ve  kazanımlarının  tarafsız  bir  şekilde  değerlendirmesini  talep  etmektedir.

6

 Bu 


değerlendirmede elbette İsa ile aynı dönemde yaşadığı söylenen Tynalı Apollonios

7

 da olmalıdır, 



Muhammed de.  Kimse kendisinin tek ve son peygamber olduğunu  ileri  sürmemelidir  –ki bizim 

coğrafyamızda  Şeyh  Bedreddin  Varidat’ta  benzer  bir  düşünce  ileri  sürer.  Eğer  Deizm  dini  bir 

hareket  olarak  tanımlanacaksa  ancak  bu  anlamda  alınabilir.  Fakat  bu  durumda  farklı  dini 

inançların  barış  içinde  bir  arada  yaşaması  demek,  hangisi  olursa  olsun,  hâkim  dinin  öngördüğü 

şekilde düzenlenmiş olan toplumsal ilişkilerin de tüm dini anlayışları ve inanmayanların inançlarını 

da  kapsayacak  şekilde  yeniden  düzenlenmesi  gerekmektedir.  Deistlerin  bu  bağlamda  kaygılarını 

belki  de  en  iyi  bir  şekilde  Aşık  Veysel’in  “Birlik  Destan’ından  aldığım  şu  sözleriyle  ifade  etmek 

mümkündür:  

Kuran’a bak İncil’e bak 

Dört kitabın dördü de Hak 

Hakir görüp ırk ayırmak 

Hakikatte yüz karası 

                                                             

6

 Bkz. Redwood, J.A., “Charles Blount (1654-93), Deism, and English Free Thought”, Jpurnal of the History of the 



Ideas, c. 35, no 3(1974), s. 493. 

7

 Antik Tyna kenti, eski bir Kapadokya kentidir ve bugünkü Ereğli bölgesinde bulunmaktadır. M.S. birinci yüzyılda 



(15-100) yaşamış olan Tynalı Apollonios Efes’te ölmüştür. 


 

Tabi Bu durumda Deizmi aynı zamanda felsefi bir hareket olarak da almak gerekmektedir; çünkü 



her  şeyden  önce  Deizmi  üretmiş  olan  Aydınlanmacılığın  kendisi  bir  bütün  olarak  felsefi  bir 

hareket olmanın da ötesinde kapsamlı bir harekettir. 



Deizmin Düşünce Tarihi Üzerine 

Deizm,  tüm  toplumsal  ilişkiler,  inanç  ve  düşün  dünyamızı  yenilemek  isteyen  bir  akımdır.  Başta 

İngiliz,  Fransız  ve  Alman  Aydınlanmacılığı  olmak  üzere  tüm  Aydınlanmacı  hareketin  ortaya 

çıkarıp  ortak  taşıyıcılığını  yaptığı  hemen  her  konuda  yeni  bir  yönelimdir  Deizm.  Bu  bakımdan 

Deizm,  Aydınlanmacılığın  bir  ürünü  ve  eseridir.  Elbette  hemen  her  düşün  hareketinde  olduğu 

gibi,  Deizmin  köklerini  de  antik  Yunan  felsefesine,  bir  Ege  kenti olan  antik  Kolophon  kentiyle 

beraber  anılan  özellikle  Ksenophanes’e,  Aristoteles’e,  Epikuros’a  ve  başkalarına  dayandırmak 

mümkündür. Fakat Deistlik aslında modern bir olgudur. 

Avrupa’da 13. Yüzyıldan beri birikip gelen toplumsal deneyim, düşünce ve bilgi birikiminin bir üst 

uğrağı olarak 18. yüzyılda vücuda gelip, çağa damgasını vuran Aydınlanmacılık, elbette bu konuda 

da  antik  Çin  felsefesinden,  erken  dönem  klasik  Arap  felsefesinden  ve  elbette  Eskiçağ  Yunan 

Aydınlanmacılığının  temsilcileri  olan  Sofistlerden  de  esinlenip  beslenmiştir.  Zira  antik  Hint 

felsefesinden  farklı  olarak  antik  Çin  felsefesi  ve  “İslam  Felsefesi”  olarak  da  adlandırılan  erken 

dönem klasik Arap felsefesi de Deisttir, yani dini inancı, dünyevi ilkeler ve bilimsel bilgi üzerine 

kuruludur. Mucizeyi yalnızca dünyanın kökenine veya yaradılışına dair kabul etmektedir, dünyada 

olup bitenlere dair değil. Zira toplumda olduğu gibi dünyada da, his ve duygu dünyasında olduğu 

gibi düşün dünyasında da olup bitenler bilimsel ve bilimsel-mantıksal olarak açıklanabilir. 

Deizmin,  en  ünlülerini  anacak  olursak  17.  yüzyılda  Thomas  Hobbes,  René  Descartes  ve  John 

Locke gibi birçok kurucusu vardır. Jean-Jacques Rousseau ve Voltaire 18. yüzyılda bilinen en ünlü 

temsilcisidir  Deizmin.  Büyük  Alman  filozofu  Christian  Wolff  da  Almanya’da  Deist  hareketin 

önde gelenlerindendir. Deizm birçok kurucusu olmasına karşın peygamberi bulunmayan bir inanç 

hareketidir.  Bu  nedenle  Deist  hareket  içinde  kimse  kendisinin  belli  bir  peygamber  soyundan 

geldiğini  iddia  ederek  imtiyaz  hakları  talep  edemez.  Her  Deist  tüm  hareketin,  yani  aslında  tüm 

insanlığın düşün ve inanç mirasını sahiplenerek kendi inanç sistemini oluşturmakla yükümlüdür. 

Bu  bakımdan  her  Deist  sadece  kendi  vicdanının  otoritesine  kulak  vermekle  yükümlüdür,  fakat 

inancı ne olursa olsun, ister inansın, isterse inanmasın, her Deist tüm insanlığa karşı sorumludur. 

Eğer  “ilk  Deist”  olarak  anılan  Gallerli  Herbert  of  Cherbury  (1583-1648)  ölçü  olarak  alınacak 

olursa,  Deizmin  17.  yüzyılın  ilk  yarısında  oluşmaya  başladığını  söyleyebiliriz.  Bugün  artık 

“Deizmin İncili” olarak  kabul edilen, Matthew Tindal’ın  (1657-1733) Hıristiyanlık Yaradılış Kadar 

Eskidir adlı eseri 1730 yılında yayınlanmıştır ve Deist hareket bununla Britanya’da ilk üst uğrağına 

ulaşmıştır.  Deist  hareketin  Fransa’da  iki  farklı  damarı  vardır.  Bunlardan  daha  çok  dindar  olan 

kanadını Rousseau ve Voltaire temsil ederken, daha çok materyalist olan damarını ve üst uğrağını 

ansiklopedistler  olarak  da  anılan  Diderot,  Holbach  ve  Helvetius  temsil  etmektedir.  Almanya’da 

Deist  düşüncenin  kuramsal  sentezi,  Hegel’in  Din Felsefesi Üzerine Dersler’inde  gerçekleşmiştir  –ki 

aslında  bu  17.  yüzyılın  ortalarından  beri  birikip  gelen  tüm  Deist  hareketin  kuramsal  bir  sentezi 

olarak görülebilir. 

 

 



 

Deistler Ne İstiyor? 



Deizmin Nihai Amacı Nedir? 

Deistler  ne  istiyor?  Deizmin  en  temel  kaygısı  nedir?  Deistlerin  bir nihai  hedefinden  bahsetmek 

mümkün müdür?

 

Deizmin temel kaygısını belki de en iyi bir şekilde tam da Deist Tindal’ın kitabına karşı yazılmış 



olan, James Foster’in  Hıristiyan Vahiyin Yararlılığı, Gerçekliği ve Mükemmelliği adını taşıyan kitabının 

giriş cümlelerinde görmek mümkündür:  

“DİN,  insanlık  için  en  büyük  öneme  sahip  olması  nedeniyle,  her  şeyden  önce  onun 

üzerine özgür tartışma cesaretlendirilmelidir. Bu, onun gerçek doğasının ne olduğuna karar 

vermenin ve onu temele oturtmanın tek yoludur; böylece gerçeklik ve yanlışlıkbatıl inanç ve 

rasyonel dindarlık, o mukaddes isim altında aynı zamanda hüküm sürmesin: ve dini, baskı ve 

şiddet  ile  desteklemek,  sadece  insanlığın  en  kutsal  doğal  haklarının  ihlali  değildir,  aynı 

zamanda dinin kendisine de saygısızlıktır.”

8

 

Deizm karşıtı Foster’in bu sözleri kanımca Deizmin en temel amacını dile getirmektedir. Deistlere 



göre dini inanç konusunda tüm insanlık çapında özgür tartışma ne kadar çok desteklenir ve teşvik 

edilirse  o  kadar  iyi  olur.  Zira  gerçek  dindarlık  ancak  bu  şekilde  bulunabilir,  inançlar  arsında  ve 

inananlar  ile  inanmayanlar  arasında  kalıcı  barış  ancak  bu  konuda  da  olacak  özgür  tartışma  ile 

sağlanabilir.  Bunun  tersi,  yani  herhangi  bir  dini  inancı  zor  ve  şiddet  ile  dayatmaya  kalkmak, 

“insanlığın en kutsal doğal haklarının ihlali” demektir, çünkü inanç, her şeyden önce insanı insan 

yapan, yani ahlaklı bir varlık haline getiren vicdanı ilgilendirmektedir. 



Hegel ve Kant: Dinin Konusu ve Deizmin Konusu 

Büyük  Alman  filozofu  Hegel,  ilkini  1821  yılında  verdiği  Din  Felsefesi  Üzerine  Dersler’in 

dördüncüsünü 1831 yılında vermiştir. Hegel’in vermiş olduğu bu dersleri, yukarıda işaret ettiğim 

gibi,  19.  yüzyılın  ilk  çeyreğinde,  17.  yüzyılın  ilk  yarısından  beri  birikip  gelen  tüm  modern  dinî 

düşünme tarzını sentezlemeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda bir bütün olarak dinin konusunu ve 

insan  yaşamı  bakımından  anlamını  tanımlamaktadır.  Burada  söz  konusu  olan  din  kavramını, 

pozitif  din  kavramıyla  karıştırmamak  gerekir.  Burada  söz  konusu  olan  din,  doğal  veya  rasyonel 

dindir ve Tanrı kavramı bilgi, bilim ve aklın ürünüdür, içi boş inancın ve bağnazlığın değil. 

Önce  Hegel’e  göre  dinin  alanının  niteliğini  tanımlamaya  çalışalım?  Hegel’e  göre,  insan  “dinde 

zamansallığın dışına çıkar”. Aynı zamanda din, insanın bilinci için “dünyanın tüm muammalarının 

çözüldüğü,  daha  derine  giden  düşüncelerin  çelişkilerinin  açığa  çıktığı,  duygusal  tüm  acıların 

sustuğu  bölgedir;  ezeli-ebedi  gerçekliğin,  ebedi  sükûnetin,  ebedi barışın  bölgesidir.”  Peki,  insanı 

insan  yapan  nedir?  Hegel  insanın  neliğini,  Descartes  gibi,    düşün  yetisine  dayanarak 

belirlemektedir. Buna göre, insanı bir bütün olarak insan yapan, Türkçeye “düşünce” veya “fikir” 

olarak  çevrilebilen  “Gedanke”dir,  “somut  Gedanke”dir.  Daha  yakından  tanımlayacak  olursak, 

diyor  Hegel,  insanı  insan yapan  “tin”  veya  Geisttır. İnsandan  Geist olarak  “çok boyutlu  bilimler, 

sanatlar politik yaşamın ilgileri, onun özgürlüğüyle, iradesiyle alakalı ilişkiler ortaya çıkmaktadır.” 

Geist olarak insanın tüm edimlerinden ortaya çıkan bu çok yönlü ve çok tabakalı oluşumların ve 

insan  ilişkilerinin  karmaşıklığı  ve  birbiriyle  iç  içe  geçmişliği,  “etkinlikler,  hazlar,  insanın  onda 

                                                             

8

 Foster, J., The Usefulness, Truth, and Excellency of Christian Revelation, London 1731, p.1 (Kitabın kısaltılmamış tam 



adının çevirisi şöyledir: Hıristiyan Vahiyin Yararlılığı, Gerçekliği ve Mükemmelliği Savunulmuştur: Son Zamanlarda Yayınlanan 

ve Hıristiyanlık Yaradılış Kadar Eskidir Adını Taşıyan Kitapta Olan İtirazlara Karşı).  


 

mutluluğunu, ününü, gururunu aradığı” ve bu nedenle insan için “değer ve saygı hak eden her şey, 



orta  noktasını  dinde,  Tanrı  fikrinde,  bilincinde,  duygusunda  bulmaktadır.”  Bu  nedenle  Hegel’e 

göre,  


“Tanrı,  varolan  her  şeyin başlangıcı  ve  varolan  her  şeyin  sonudur;  her  şey bu  noktadan 

ortaya çıktığı gibi, o noktaya geri döner ve aynı zamanda Tanrı, her şeyi canlandıran, her 

şeye tin veren ve tüm şekillenmelere kendi varoluşlarından ruh kazandıran ortadır.”

9

 



Yukarıda da belirttiğim gibi, Hegel’in burada sunmuş olduğu din kavramını, kurumlaşmış pozitif 

dinlerden bağımsız olarak almak gerekir. Burada söz konusu olan Tanrı kavramı da insanın her 

şeye bir merkez, bir çekim noktası bulma, dünyanın çelişkilerinden, acılarından ve adaletsizliklerin 

kurtulma, dünyaya ve yaşama bir anlam kazandırmak çabasından doğmuştur. Bu anlamda Tanrı, 

“varolan her şeyin başlangıcı ve varolan her şeyin sonudur”. 

Kant,  insanın,  burada  söz  konusu  olan  Tanrı  kavramına  dünyayı  akıl  yoluyla  açıklamak  için 

giriştiği  çabasında  her  şeyi  birleştiren  ve  bütünleştiren  “biri”  ararken  zorunlu  olarak  ulaştığını 

belirtiyor. İnsan veya daha doğrusu akıl, her ne kadar Kant sınırlamak istese de, söz konusu birin 

bilgisine  ulaşıp  açıklamadan  edemez.  Burada  Saf  Aklın  Eleştirisi’nin  aşkınsal  diyalektiği  konu 

edinen 2. kitabının Tanrı’nın varlığını ilgilendiren kesimleri, Kant’ın geliştirdiği nesnel akıl kavramı 

temel  alınarak  yorumlandığında,  yani  Hegel’in  tabiriyle  Kant’ın  öğretisinin  gizlemli  yanı  ölçü 

alınarak yorumlandığında, yapılan geleneksel yorumların tersine, Kant’a göre de “kendinde-şey”in 

bilinebileceği pekâlâ ileri sürülebilir. 

Deizmin Yöntemi ve Yaklaşımı 

İşte,  modern  felsefenin ta  başından beri  aklın  ve  doğa  bilimlerinin  geliştirdiği  bilgilerin  ışığında 

yeniden  anlamlandırmaya  ve  yeniden  oluşturduğu  dünya  tasarımı  içinde  insanın  özgürlüğüyle 

çelişmeyen bir yere yerleştirmeye çalıştığı Tanrı kavramı budur.  Tanrı kavramı, her şeyin ondan 

çıktığı ve geri ona döndüğü ve insanın dünyayı anlama, kavrama, açıklama ve bütünlüklü ve tutarlı 

bir tasarımını ortaya koyma çabasında insanlığın sonunda ulaştığı bir kavramdır. Borden P. Bowne 

Teizm felsefesi üzerine yaptığı çalışmasında şöyle ilginç bir gözlemde bulunur: 

“felsefenin işlevi, Tanrı idesini üretmek veya tümelden türetmek olamaz. Bu ide, insanlığın 

yaşamının gelişip yayılması içinde yavaş yavaş gelişmiştir. Ayrıca insanlar filozof olmadan 

önce dindardılar ve felsefe başladığında din alanı ele geçirmişti. Fakat  felsefenin, böylece 

dinî alanda kendiliğinden ortaya çıkmış  olan ideleri doğrultmak ve düzeltmek  ve onların 

rasyonel temelini göstermek gibi önemli bir işlevi vardır.”

10

 

 



Bowne’nin  bu  betimlemesi,  tam  da  Deist  hareketin  17.  yüzyılın  ilk  yarısında  başladığı  ve 

Voltaire’in  Felsefi Mektuplar’ı  üzerinden  Hegel’in  Din Felsefesi Üzerine Dersler’ine  kadar  uzanan  iki 

yüz  yıllık  süreçte  yapmaya  çalıştığını  betimlemektedir.  Bu  süreçte,  yukarıda  Yasin  Ceylan’dan 

aktardığım Deizm kavramı ortaya çıkmıştır. Fakat hemen hatırlamak gerekir ki, bu Deizm kavramı 

Spinoza’nın  Tanrı  ve  doğa  kavramlarını  eş  anlamlı  kıldığı  dünyevi  Panteizmini  de,  Diderot, 

Holbach  ve  Helvetius  gibi  Fransız  ansiklopedistlerinin  maddeci  dünya  görüşünü  de  potansiyel 

olarak içinde barındırmaktadır. Zaten Deizmin bugün bile yaygın bir şekilde cazip bulunmasının 

                                                             

9

 Hegel, G.W.F., Vorlesungen über die Philosophie der Religion, c. 1, Werke in zwanzig Bände içinde, c. 16, yay. Eva 



Moldenhauer ve Karl Markus Michel, Suhrkamp Verlag, Frankfurt a.M. 1969, s. 11-12. 

10

 Bowne, B.P., Theism, American Book Company, New York, Cincinnati ve Chicago 1902, s. 44. 




 

nedenlerinden birisi, içinde, tek tipliliğe ve tek sesliliğe karşı bu çok sesliliği barındırıyor olmasıdır. 



Çok seslilik çağın talebidir ve  Hobbes, “seslerin çokluğu” kavramını  bu çağda yaratmıştır. Birlik 

ise, örneğin geleneğin öngördüğü şekliyle hiçbir şekilde yalnızca verili olamaz; birlik, ancak insanın 

kendisinin aktif epistemolojik eseri olabildiği oranda verili olarak kabul edilebilir. Voltaire’in Felsefi 

Mektuplar’ın  13’üncüsünde  göstermeye  çalıştığı  gibi,  John  Locke’un  İnsanın Anlama Yetisi Üzerine 

Bir  Deneme’de  “doğuştan  ideler”  düşüncesine  karşı  geliştirdiği  epistemolojik  kuram,  bu  birliğin 

bizzat insan tarafından aktif bir şekilde yeniden yaratıldığını göstermeyi amaçlamaktadır.

11

  

Deizmin Tanımının Tarihsel Oluşumu



 

Şimdi, önce yukarıda Yasin Ceylan’dan aktardığım Deizm tanımına dönelim. Ne diyordu Ceylan? 

Deizm “tüm evrenin gerisinde hareket veren bir güç olduğuna inanan bir Tanrı inancıdır. Ancak 

bu Tanrı insanların ilişkilerine karışmaz.  Sadece ilk hareketi verir, dolayısıyla bir elçi göndermez, 

kutsal kitap göndermez” 

Hefelbower,  Deizmin  tarihsel  olarak  oluşum  ve  gelişim  sürecinde  tüm  iç  ve  dış  çelişkileri  ve 

çatışmalarıyla ortaya konarak tanımlanması gerektiğini salık verdiği yazısında bu tanımın dinamik 

olmadığını,  tersine  çok  statik  olduğu  düşüncesinden  hareket  etmektedir.  Hefelbower’e  göre 

“Deizmin bu yorumunun gerçekte temeli bulunmamaktadır.” Şöyle diyor Hefelbower:  

“Deizm  sıkça  tamamıyla  veya  neredeyse  tamamıyla  metafiziksel  bir  kuram  olarak 

düşünülür. Bu kuram Tanrıyı dünyanın, şimdi kendisini dünyadan ve onun meselelerinden 

geri çekmiş yaratıcısı olarak sunar; o, literatürün bulunamayan Tanrısıdır.”

12

 

İşte, Hefelbower’in temelsiz bulduğu veya uygun bulmadığı tanım budur. Bunun karşısına Meiner 



Yayınevi’nin  yayınladığı  ve  editörlüğünü  Arnim  Regenbogen  ve  Uwe  Meyer’in  yaptığı  Felsefi 

Kavramlar Sözlüğü’nde verilen Deizm kavramının tanımına bakmakta yarar olabilir. İlgili maddede 

şöyle deniyor: Deizm, ilk olarak  Charles Blount ve İrlandalı bir aydınlanmacı olan  John Toland 

tarafından dile getirilen bir öğretidir. “Bu öğretiye göre Tanrı dünyanın dışında bulunan, dünyayı 

kendisi tarafından yaratılmış olan doğa yasalarına bırakan ve dünyanın gelişimine artık müdahale 

etmeyen  yaratıcıdır.”

13

 Sözlüğün  yazarı  Ceylan’ın  önermiş  olduğu  yorumu  destekler 



gözükmektedir. Bu durumda Ceylan ile Hefelbower arasındaki çelişki aynı zamanda söz konusu 

sözlüğün ilgili maddesinin yazarı ile Hefelbower arasındaki bir çelişkiye dönüşmüştür.  

Hefelbower bu tür tanımları, “Deizmin popüler tanımlar”ı olarak görmektedir. Gerçekten de bu 

tür tanımlar okura bir fikir vermek amacıyla belki başlangıç için verimli olabilir. Fakat kavramların 

anlamlarına  dair  uygun  olmayan  tanımlar  veya  yanıltıcı  izlenimler  uyandırmamak  için  tarihsel 

yaklaşmak  gerekmektedir.  Deizmin  oluşup  şekillendiği  17.  yüzyıl  nasıl  bir  çağdır?  Hefelbower’e 

göre  17.  yüzyıl  her  şeyden  önce  “rasyonalist  ve  eleştirel”

14

 bir  çağdır.  Çağın  ruhunu  en  iyi 



betimleyen  iki  kavramdır  bunlar.  Çağın  Hobbes  gibi,  Descartes  gibi,  Anthony  Ashley-Cooper 

(Shaftesbury) gibi en gelişkin zihinleri, temellendirilmiş bir eleştiri için odak noktasına doğayı ve 

aklı ölçü olarak koymuşlardır. “Eğitimli insanların en iyi çevrelerinde doğaya ve akla başvurmak, 

                                                             

11

 Voltaire, Philosophical Letters Or, Letters Regarding the English Nation, yay. John Leigh, Hackett Publishing 



Company, Indianapolis/Cambridge 2007, s. 41-45. 

12

 Hefelbower, S.G., “Deism Historically Defined”, The American Journal of Theology, c. 24, no: 2(1920), s. 218.  



13

 Regenbogen, A. ve Meyer, U., Wörterbuch der philosophischen Begriffe, Felix Meiner Verlag, Hamburg 1998 (“Deismus” 

kavramı için bkz.). 

14

 Hefelbower, “Deism Historically Defined”, s. 218. 




 

inançların ve kurumların, eğer onlar yalnızca doğa ve akıl açısından açıklanabilirse, yeterli derecede 



temellendirilmiş olduğunu düşünmek modaydı.”

15

 



Çağ  elbette  Rönesans  çağıdır  ve  Rönesans  insanın  “doğayı  ve  onun  parçası  olarak  kendisini 

keşfettiği” çağdır. Rönesans’a kadar inançların ve kurumların temellendirilmesi, gücünü doğaüstü 

güçlerden  aldığını  iddia  eden  “otorite”  tarafından  yapılmaktadır.  Skolâstiğin  temel  edindiği  akıl 

kavramının  öncelikli  amacı  “gerçeği  keşfetmek”  değildir.  Tersine,  aklı  “zincire  vurmuş  olan 

geleneğin” yaklaşımına göre, aklın görevi, “otorite temelli gerçek olarak kabul edilmiş önermelerin 

savunucusu” olmasıdır.  Fakat bu  şekilde kendisine sadece geleneğin ve otoritenin özürcülüğünü 

yapma  rolü  biçilmiş  aklın,  ikna  edici  olması,  yeter  neden  ilkesini  yerine  getirmesi  mümkün 

değildir.  Ama  Rönesans  çağı,  din  ve  inanç  da  dâhil  olmak  üzere  her  şeyin  yeter  neden  ilkesi 

koşulunu  yerine  getirmesini  talep  etmektedir,  çünkü  insan  rasyonel  bir  varlıktır.  Öyleyse  akıl 

özürcü  değil,  temellendirici,  yasa  koyucu,  erek  ve  ölçü  olmalıdır.  Kısacası,  bilgi  söz  konusu 

olduğunda “otorite” sonunda akıldır. 

Doğaya, topluma, insana, duygu ve düşün dünyasına dair biriken kesin bilginin ışığında otorite ve 

onun  dünyanın  işleyişine  dair  gerçek  diye  sunulan  önermeleri  yeter  neden  ilkesinin  zorunlu 

koşullarını yerine getirmemektedir. Tersine, otoritenin hemen her önermesi doğada gözlenen her 

şeyle çelişmektedir. İşte, tam bu koşulların hazırlandığı bir dönemde 1594 yılında Richard Hooker 

Kilise Devletinin Yasaları Üzerine

16

 adlı eserinde düzenin, özellikle kilise düzeninin sadece vahiyden 



değil,  aynı  zamanda  doğadan  kazanması  gerektiğini  ileri  sürer. Doğa Tanrı’nın  eseridir;  doğanın 

yasaları,  Tanrı  tarafından  konmuştur  ve  bu  nedenle  doğanın  mesajı,  Tanrı’nın  mesajıdır.  Bu 

durumda  düşünme  tarzının  ve  dinin  de  sadece  vahiyde  değil,  aynı  zamanda  doğada  da 

temellendirilmiş  olması  gerekir.  Burada  akla  göre  düzenlenmiş  veya  daha  doğrusu  akla  aykırı 

olmadığı  gösterilmiş  olan  Hıristiyanlık  (rasyonel  teoloji/din)  ile  inancını  doğaya  göre  düzenlemiş 

(doğal  teoloji/din)  inancın  bütünlüklü  bir  ortaya  konuşu  söz  konusudur.  Doğanın  yasaları  aynı 

zamanda aklın yasalarıdır. David Hume’un “doğal din” üzerine olan yazıları ve diyalogları bir nevi 

bu geleneğin sürdürülmesi ve Adam Smith üzerinden bir taraftan Fransız materyalistlerine diğer 

taraftan Ludwig Feuerbach’a ve Karl Marx’ın da dâhil olduğu ve amacı inancı özgürleştirmek olan 

Alman  materyalizmine  varan  (ve  aslında  bugüne  kadar  süren  tartışmanın  da)  yeni  bir  sentez 

denemesidir.

17

 Hefelbower, Hooker’in eserinin, tüm 17. yüzyıl için bir nevi bir program olan ve 



yüzyılın sonunda Deist harekette, düşüncenin nasıl gerçekleşeceği konusunda büyük yarılmaya yol 

açan  temel  düşüncesini  bir  cümlede  özetliyor:  “Din  konusunda  aklı  dinlemeden  otoriteyi  takip 

etmek, sürüde sığır gibi davranmaya benzer.”

18

 Öyleyse inanç konusunda da herkese kendi aklını 



kullanabileme koşulları sağlanmalı ve olanakları oluşturulmalıdır. 

 

 



 

                                                             

15

 Hefelbower, “Deism Historically Defined”, s. 217-218 



16

 Bkz.: Hooker, R., Of the Laws of Ecclesiatical Polity, Cambridge University Press, Cambridge 2002. 

17

 Bkz.: Hume, D., Dialogues and Natural History of Religion, J.C.A. Gaskin, Oxford University Press, Oxford ve New 



York 1993. 

18

 Hefelbower, “Deism Historically Defined”, s. 218. 




 

Deist Harekette Büyük Yarılma 

Yukarıda sergilediklerimizden de görüleceği gibi 17.  yüzyıl, son derece çok sesli ve içinde sayısız 

akımı  barındıran  Deist hareketin  şekillendiği  yüzyıldır.  Fakat  aynı  zamanda  ayrıştığı  ve  iki  farklı 

kanaldan akmaya başladığı yüzyıldır. Bu ayrışma yüzyılın sonunda büyük bir tartışma çerçevesinde 

ortaya çıkar. Hefelbower b tartışmayı “Deist tartışması” olarak tanımlıyor. Deist hareket, gelişen 

ve  artan  bilimsel  bilgi  nedeniyle  kilisenin  ve  genel  olarak  Hıristiyanlık  öğretisinin,  rasyonel  bir 

varlık  olan  insanın  rasyonellik  talebine  yettiğini,  yani  aslında  otoritenin  bir  yanılgı  içinde 

bulunduğunu  gösterme  çabası  sonucu  oluşmuştur.  Eş  deyişle  kilise  hükümetinin  sarsılan 

otoritesini  yeniden  tesis  etmeyi  amaçlamaktadır.  Hooker’in  kitabının  başlığı  bu  nedenle  aynı 

zamanda  pratik  bir  program  gibidir.  Avrupa  çapında  yaşanan  ve  Jan  Hus,  John  Calvin,  John 

Wyclif  ve  Martin  Luther  gibi  isimlerde  simgeleşen  Reformasyon  bu  çabanın  ürünüdür.  Ama 

hareketin  örneğin  Thomas  Münzer  gibi  temsilcileri  de  vardır.  Hefelbower  şöyle  diyor:  “Çoğu 

yazarlar,  miras  olarak  devralınan  dogmayı  sempatik-rasyonalist  bir  test  etme  yoluyla  geleneksel 

görüşü  gerekçelendirmeyi  amaçlamıştır”.  Deistlerin  çok  azı  “geleneksel  görüşlerin”,  “geleneksel 

doğaüstücülüğün”  eleştirisi konusunda “düşmanca”, yani yıkıcı bir tavır sergilemiştir.  Bu nedenle 

Deistlerin çoğu Hıristiyanlığın rasyonel bir temelinin olduğunu göstermeye girişmiştir

19

. Toland’ın 



kitabının adının Hıristiyanlık Esrarengiz Değildir olması, bu konuda oluşmuş olan genel eğilimin ne 

olduğunu  gösteriyor.  Fakat  Deist  hareketin  her  iki  kesimi  de  aklı  ölçü  almaktadır.  Bu  nedenle, 

birçok bakımdan  sanki İbni Haldun’u andırırcasına, dünyaya, dünyanın, toplumun işleyişine dair 

ileri sürülen tüm mucizeleri ret etmektedir. 

Dünya  anlaşılabilir,  bilinebilir  ve  açıklanabilir.  Dünyada  mucizevî  olan  hiçbir  şey  yoktur. 

Görebildiğim  kadarıyla  Deistlerin  hemen  hepsi  yalnızca  bir  mucizeyi,  dünyanın  yaradılışını 

ilgilendiren mucizeyi kabul etmektedirler. Deistler Tanrı’nın dünyadaki işlevini sadece bu yaratma 

eylemiyle  sınırlamak  isterken,  Teistler  Tanrı’nın  dünyanın  işleyişi  ve  idaresi  üzerindeki  etkisinin 

devam ettiğini ileri sürmek istemektedir. Deistler tarafından dünyanın yaradılışına veya kökenine 

dair  kabul  edilen  bu  mucizenin  dışında  kalan  tüm  mucizeler  yalnızca  “gelenek”  olarak  ret 

edilmektedir.  Öyleyse  17.  yüzyılın  sonlarından  ta  18.  yüzyılın  ortalarına,  Voltaire’in  Felsefi 

Mektuplar’ına  ve  Rousseau’nun  eğitim  romanı  olan  Emile’ine  kadar  süren  Deistler  tartışmasının 

temel konusu nedir? Görebildiğim kadarıyla Hefelbower en az dört konuyu öne çıkarmaktadır: 1. 

akıl  ve  vahiy  ilişkisi;  2.  vahiyin  ve  kutsal  metnin  gerçeği  ve  otoritesi;  3.  mucizenin  olgusal  ve 

kanıtsal  değeri;  4.  pozitif  veya  vahiy  dini  ile  kıyaslayınca  doğal  dinin  önemi  ve  otoritesi.  Deist 

hareketin, geleneksel düşünceleri gerekçelendirmeye çalışan muhafazakâr kesiminden farklı olarak 

Blount  ve  John  Dryden  gibi  isimlerden  oluşan  ilerlemeci  kesimi,  vahiy  dinlerini  mutlak  dinler 

olarak ret ederler. Bunların yerine tüm insanlık için ortak bağlayıcı olabileceğine inandıkları tek din 

olarak  doğa  dinini  kabul  ederler;  çünkü  tüm  vahiy  dinlerinin  her  biri  her  ne  kadar  bolca 

hoşgörüden  bahsetseler  de  sonunda  kendilerinin  tek  ve  mutlak  doğru  olduklarını 

savunmaktadırlar. Fakat buna karşın doğanın yasaları, Tanrı’nın yasaları olarak temel alınırsa teker 

teker  tüm  vahiy  dinlerinin  ortak  ve  bağlayıcı  zemini  yaratılmış  olur.  Bu,  dinlerin  çokluğunun 

birliğini ve böylece de ebedi barışı sağlayabilir. 

 

 

                                                             



19

 Hefelbower, “Deism Historically Defined”, s. 219. 




10 

 

Kaynakça 

Bowne, B.P., Theism, American Book Company, New York, Cincinnati ve Chicago 1902. 

Foster, J., The Usefulness, Truth, and Excellency of Christian Revelation, London 1731.  

Hefelbower, S.G., “Deism Historically Defined”, The American Journal of Theology, c. 24, no: 

2(1920), s. 217-223. 

Hegel, G.W.F., Vorlesungen über die Philosophie der Religion, c. 1, Werke in zwanzig Bände içinde, c. 16, 

yay. Eva Moldenhauer ve Karl Markus Michel, Suhrkamp Verlag, Frankfurt a.M. 1969. 

Hooker, R., Of the Laws of Ecclesiatical Polity, Cambridge University Press, Cambridge 2002. 

Hume, D., Dialogues and Natural History of Religion, J.C.A. Gaskin, Oxford University Press, Oxford 

ve New York 1993. 

Locke, J., Two Treatises of Government, yay. Peter Laslett, Cambridge University Press, 

Cambridge 1993. 

Nutku, U., İnanmanın Felsefesi – Özebakışçı Bir Giriş, Anı Yayıncılık, Ankara 2012.  

Redwood, J.A., “Charles Blount (1654-93), Deism, and English Free Thought”, Jpurnal of the 

History of the Ideas, c. 35, no 3(1974), s.490-498. 

Regenbogen, A. ve Meyer, U., Wörterbuch der philosophischen Begriffe, Felix Meiner Verlag, Hamburg 

1998. 


Voltaire, Philosophical Letters Or, Letters Regarding the English Nation, yay. John Leigh, Hackett 

Publishing Company, Indianapolis/Cambridge 2007. 

Yasin Ceylan ile Cumhuriyet gazetesinde yapılan röportaj için bkz.: 

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/812782/ilahiyat_mezunu_felsefeci_profesor__De

izmin__dinsiz_tanri_inanci__yayginlasmasi_normal.html

 (Erişim 16 Kasım 2017). 



Yüklə 343,12 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə