15
bir bilim gibi gelişmesinden çok fen bilimlerinin aracı gibi gelişmesi çok daha fazla önem
taşıyor. Yani uygulamalı matematik ve hesaplama teknikleri çünkü amaç, araçtan daha
fazla önem taşımalıdır. Bu doğrultuda baktığımızda, ülkemizdeki on iki yıllık orta eğitim
müfredatında fizik eğitimi çok yetersizdir; kitaplarda fizik kavramları çoğunlukla ya
yetersiz ya da yanlış anlatılmaktadır. Derslerden ve sınavlardan fizik sanki silinmiş
gibidir; yalnızca fizik denklemlerini kullanarak doğru, yanlış hesaplaması öğretilmeye
çalışılmaktadır. Ortada bilimsel düşünceyi geliştirme amacı ise yoktur.
Eskiden en önemli silahların temeli fiziğe dayanırdı. Şimdi ise biyolojiyi temel
alıyorlar. Yeni ve etkili ama kansız ve sessiz silahların amaçları farklı genleri taşıyan
insanların sayısını belirleyip türlerini değiştirmeye yöneltilmiştir
11
. nsanlık, fizik, kimya,
biyoloji ve bunlara dayalı yeni teknolojilerin gelişmesi ile gereksinimini giderir ve hayat
standardını yükseltir. Ülkemizde gördüğümüz klasik matematik, matematiksel fizik ve
sanayi, fizikten, kimyadan, biyolojiden ve yeni teknoloji üretiminden daha iyi gelişmiştir.
Yani ülkenin kalkınmasında ve korunmasında gerekecek daha önemli kısımlar geride
kalmışlar: Bize bilimsel düşüncesi gelişmiş, yeni teknoloji üretebilecek nitelikte insanlar
gerekmektedir.
Eskiden bilim, tek tek bireylerin ilgisi doğrultusunda gelişirdi. Bu ilginin
topluma yararı büyük olduğundan, bu kişiler devlet ve özel sektörce parasal yönden
desteklenirlerdi. Şimdi sayısal matematik, fizik, kimya, biyoloji ve yeni teknoloji
üretiminin gelişmesi, grup çalışmalarına yöneldi. Unutulmamalıdır ki öne çıkartılmış
bireysel benlik, kişiyi “her zaman yanılabileceği” gerçeğinden uzaklaştırabilir dolasıyla
da grup çalışmaları bu tür kişiler için kazançlı bir ortam olmayabilir. Ancak grup
çalışması her zaman için geniş vizyonlu olacağından, grup üyeleri birbirlerini
tamamlayıp, geliştirerek daha kapsamlı işleri sonuçlandırabilecek kapasiteye ulaşır.
Kuşkusuz, burada da derin ve geniş bilimsel düşüncesi olan bireylerin önemi çok fazladır
ve yatırımların boşa gitmemesi için yöneticilerin iyi uzmanlar arasından seçilmeleri
gerekir. Ülkemizde bu koşulların hiç biri bulunmamaktadır.
Yeri gelmişken belirtmeliyiz ki Matematik Dünyası dergisi Türkiye’deki
matematik kültürü doğru biçimde yansıtabilen ve öğretebilen en önemli dergi sayılabilir.
Neden? Öncelikle, matematik çok kesin mantığa dayanır ve kullanım sınırları çok iyi
belirlenmiş olan bir bilimdir. yi matematikçi, dürüst düşünmeye alışmıştır ve bu nedenle
de doğru olmayan çözümlerden ve fikirlerden uzak durmağa çalışır. Matematikçi için
yanlışlar içeren bir makaleyi yayınlamak da zordur. Fizik ve astrofizik konularında,
özellikle deney ve gözlemlere dayalı makalelerdeki yanlışları bulmak çok daha zordur.
Diğer bilim dallarında ise doğru olmayan sonuçlar içeren makaleleri ortaya çıkarmak
daha da zordur. Fizik konusunda popüler makaleler çeviri değiller ise çok sayıda yanlış
yorum ve anlatım içermesi neredeyse doğal karşılanmaktadır. Bunun yanında dikkatli
incelendiğinde, temel bilimlere bağlı işlerin çoğunluğu naftalin koksa bile yine de yeni
problemler ile birlikte uğraşılmaktadır. Matematik derslerinde (üniversiteler dahil) ise
anlatılan problemlerin çoğu yaklaşık 100 yıl öncesine uzanmaktadır; yani buram buram
naftalin kokmaktadır. Bu anlamda fizik egitimi matematiğe daha yakındır, ama
üniversitelerde böyle olmamalı.
11
Ülkelerin sessiz silahlarla yenilmesine örnek Sovyetler Birliği’nin çöküşü verilebilir. Ama bu
biyolojik silahlara değil de ağırlıklı olarak uzay, mikroelektronik, malzeme bilimi ve hesaplama
teknolojilerine dayandırılmıştı.
16
Şu bir gerçek ki üniversitelerimizin temel bilim dallarında çalışan herhangi bir
öğretim görevlisi, bu konuda yüksek lisans yapmamış olsa bile, istediği her konuda ders
verebilir ve bu dersi verirken konuyu bilmesine ya da anlamasına da pek gerek yoktur.
Bunun ötesinde böyle birisi genel fizik anabilimdalı başkanı bile olabilir. Matematik
bölümünde imkansız olan böyle bir durumu fizik bölümünde görebiliyoruz. Bunun
yanında iyi bir matematikçi fizik dersi anlatmaya kalkmaz; matematikçi kesin düşünceye
alışmıştır ama fizikçilerin genelde böyle bir alışkanlıkları yoktur.
Bunu bir örnekle anlatalım. yi tanınan üniversitelerimizin birinde yaşanmış bir
olaya göre deneysel fizik profesörü, matematik dersinin sınavında öğrencilere üç yazılı
soru sormuş. Soruların ikisinde belirsizlikler varmış. Üçüncüsünde ise çözülmesi istenen
denklemde “ x ” değişkeni unutulmuş. Soruyu iptal etmeyip yanıt beklerseniz, doğaldır
ki sınıfın yaklaşık %90’ı başarısız olacaktır. Ülkemizin eğitim sistemindeki bu tür olaylara
alışmış olduğumuzu biliyoruz. Ancak daha da hazin olan ise soruyu iptal etmeyen
profesörün şikayete verdiği yanıt yaklaşık şöyledir: “Yanlış sorularla öğrencilerin bilgi ve
düşünce düzeylerini denetliyorum”. Belki de böyle bir yanıt, diğerlerince de kanıksandığı
için anlayışla karşılanmalıdır. Ancak bir de tersini düşünerek soralım: Ders ve sınavlarda,
öğrencilerin, doğru sorulara yanlış yanıtlar vererek öğretim üyelerinin bilgilerini
denetleme hakları var mı yok mu?
Şimdi de yazımızın başında da yer verdiğimiz Matematik Dünya’sı dergisinin,
2006-IV nolu sayısında yayınlanmış (sayfa 68-74), Türkiye çapında güzel ve önemli
sayılabilecek ancak fizik konusundaki, makaleden söz edelim. Bu makalenin yazarı hiç
kuşkusuz Türkiye'nin en iyi fizikçilerindendir ve TÜBA üyesidir de. Bu çapta bir
biliminsanları matematik konusunda popüler makale yazsalar bir sorun olmaz. Ama
fizikte temel bir konuyu anlatmaya kalkışıldığında, ne yazık ki ülkemizde yanlışlık
yapmayana rastlamak neredeyse olanaksızdır; fizik konusunda yazılıp ve yayınlanan
popüler makalelerdeki anlatım, hep yetersiz kalmakta ve içeriklerinde yanlışlar
bulunmaktadır. Sayfalardan alıntılarla kalitesi çok iyi olan bu makaleyi inceleyelim:
Sayfa 68: "Denizdeki dalgalar misali, enerji de belirli zaman aralıklarında düzenli
olarak tekrarlanan dalgalar halinde yayılır" Öncelikle enerjinin dalgalarla yayılma
kavramı fizikte yoktur. Makalede söylenmek istenen ışımadır. Ama ışıma, kütleleri olan
ve olmayan parçacıkların ışıması diye ayrılmalıdır. Makalede elektromanyetik ışımadan
(kütleleri olmayan parçacıklardan oluşan) söz ediliyor. Ama unutmamak gerekir ki bu
ışıma, dalgaboyu kadar bir engelle karşılaşmazsa dalga özelligi göstermez ve geometrik
optik geçerli olur. Yayılan elektrik ve manyetik alanlarının titreşimleridir; lazer ve mazer
gibi ışımaların yayılması sudaki dalgaların yayılmasına hiç benzemez.
Sayfa 69: Sesin atmosferde yayılma hızı, evrensel sabit olan ışık hızının
yanında, “ses duvarı” olarak altı çizilmiştir. Verilen bu değer atmosferde, normal
koşullardaki ses hızıdır. Işık hızı çok küçük aralıklarda değişen bir niceliktir. Ama ses
hızı, ortamın yoğunluğuna ve sıcaklığına bağlı olarak yaklaşık sıfırdan başlayıp çok geniş
aralıklarda değişir.
“Dalgaboyu değiştikçe yayılan enerjinin türü de değişir”.
Fizikte böyle “tür” değişim kavramı yoktur.
“Işınım şiddeti ... çok kısa dalga boylarında çok az olan ışınım enerjisi, kızılaltı
dalga boylarında bir zirveden geçiyor”.
Böyle bir cümle genel anlamda doğru olamaz.
17
Sayfa 70: Kuantum fiziğinin temeli ve ilk adımları olan Planck ve
Einstein'ın, 1900 ve 1904‘deki çalışmaları gerekli ayrıntıda anlatılmadan deniyor ki:
“Kuantum teorisi de böylece doğdu”. Bunlar kuantum mekaniğine ilk adımlardır!
Kuantum mekaniği için bir teorinin kurulması yaklaşık 30 yıl sürmüştür. 1913’te sunulan
Bohr Modeli bile yarı klasiktir. Unutmamak gerekir ki kuantum mekaniğini kuran
kişilerin çoğu o dönemde çocuklardı ve bazıları 1900‘den sonra doğmuşlardı.
Sayfa 71 ve 73: “Gamow çoğunlukla unutulmuş ... hidrojen/helyum
oranının 4 olarak belirleneceğini ...”. Bu oran basit anlamda hidrojen atom sayısının,
helyum atom sayısına oranı değil, her iki atomun, galaksilerin ilk oluştukları
zamanlardaki, kütle oranıdır. Gamow‘un bu teorisini astrofizikçiler gözlemlerle
onaylamaya çalışmışlardır. Ama o dönemde hep yanlış sonuçlara varılarak helyum
bolluğunun çok az olduğu ve teoriye uymadığı söylenmiştir. Bu demektir ki yalnızca
teori zamanla unutulmamış aynı zamanda gözlemlerin yanlış sonuçlarına da fazla bel
bağlanmıştır.
Sayfa 72: “Bu azalan ısı enerjisi büyük kütleli kararsız ... bu kopmanın ...
kalan fotonların soğumaya devam ederek ...”. Evren kapalı ve yalıtılmış bir sistem
sayılmaktadır. Böyle bir sistemin entropisi artar ve toplam enerji korunur. Fiziksel
süreçler sürdükçe farklı enerji türlerinin kısmen ısısal enerjiye dönüşmesi doğaldır. Bu
durumda okur, ısısal enerjinin artmasını beklemelidir. Diğer yandan fotonların
soğumasının sürdüğü söyleniyor ama bu sürecin nedenine değinilmiyor: Nedeni ise
çekim alanının etkisine karşı görülen iştir. Işımanın parçacıklardan kopmasının nedeni
olarak makalede yazıldığı gibi ısı enerjisinin azalması ile değil sıcaklığın azalması ile
anlatılması gerekiyordu.
Sayfa 73: “... ki bunlar proton, nötron, piyon gibi 'ağır' parçacıkların, yani
hadronların yapıtaşıdır ...”. Burada piyon yerine hiperonlar denmesi daha iyi olur.Burada
kozmoloji teorisi anlatılır ve kütleçekim terimi kullanılır. Kütleçekim denildiğinde
evrensel çekim, kütlenin bir özelliği gibi gösterilmektedir. Aslında bu çekim yalnızca
kütlenin değil alanların da bir özelliğidir. Çekim, enerjinin özelliğidir. Türkiye'de birçok
fizik kavramı yanlış anlatıldığı gibi gravitasyon yerine kütleçekim (Dünya çekimi yerine
de yerçekim) kullanılır. Kütleçekim yerine “evrensel çekim” diye kullananlar daha doğru
yaparlar.
6. Son söz
Yazının başında da anlattığımız gibi matematik, ciddi anlamda, Öklid ile
başlamış, fizik ise yaklaşık olarak 2000 yıl sonra Galileo ile başlamış (astrofiziğin tarihi ise
yaklaşık 120 yılı aşmaz). Bu gerçek, okul müfredatlarına da yansımaktadır:
Okullarda öğretilmesi gereken matematik çok eski zamanlardan beri bilinen bilgileri ve
çözümlerini içermektedir. Bu da, eğitim için matematikte 100 yıl önce bilinenlerin,
matematikte ve fizikte son yıllarda bulunan buluşlardan daha önemsiz olmadığını ve
matematik bilgisinin (ve doğal olarak fiziğin de temelindekilerin) gerekliliğinden dolayı
korunduğunu gösterir. Buna rağmen matematiksel fizikçilerimiz sicim teorisi gibi sıcak
konularda başarılı çalışmalar yapıyorlar ve bu çalışmaların maliyeti de çok küçüktür.
Gelin görün ki eğitim ve bilimsel açıdan eski ya da iyi irdelenmemiş problemleri, maliyeti
ve çalıştırması pahalı aygıtlarla çözmeye kalkarsak kötü bir yatırım yapmış olmaz mıyız?
Şimdi astrofizik konusunda TÜB TAK Ulusal Gözlemevi (TUG) kullanılarak yapılan bazı
18
içi boş gözlemlerin yaklaşık 100 kere daha masraflı olduğunu da göz önüne alın ve
söyleyin. Orta eğitimde temel bilimlerin hafife alınması ne kadar doğrudur?
TUG kurulmadan önce Türkiye’ye geldim
12
ve küçük teleskoplarla (Kandilli
Rasathanesi de dahil) ne kadar verimli işler yapıldığını gördüm. Özellikle de zmir’de
(özellikle Prof. Dr. Cafer banoğlu’nun çalışmaları). ODTÜ'de de dünya çapında teorik
işler yapılıyor (örneğin Dilhan Eryurt, Halil Kırbıyık ve Ali Alpar gibi profesörler) ve X-
ray konusunda çalışılıyordu (örneğin Prof. Dr. Hakkı Ögelman gibi). Sözü geçen bu
işlerin maliyeti de çok düşüktü. Astrofizik amaçlı yatırımlar, fizik ve teknoloji
konularında uzmanların ve astrofizik vizyonuna sahip biliminsanlarının istekleri
doğrultusunda yapılsaydı Türkiye’deki astronomi ve astrofizik gelişimi çok daha iyi bir
konumda olurdu.
Toplumumuz kaliteli eğitime gereksinim duysaydı eğitim ve bilimle gerçek
anlamda ilgilenen liseler ve üniversitelerimiz bulunurdu. Diğer yandan ekonomik
durumları iyi olan aileler çocuklarının gelişimine daha fazla katkıda bulunabilmek için
konusunda yetkin, özel öğretmenlerin yardımlarına başvururlardı. Düşük eğitim ve bilim
seviyesine bağlı olarak öğrenci şenliklerinde, bilimsel düşünceyi gerekli yönde
geliştirmeyen bilim olimpiyatları yapmaya (Olimpiyatlar gereklidir ancak bu biçimiyle
yetersizdirler) ve iyi şekilde düşünülmeden hazırlanılmış projelere (Avrupalılarla
yürütülenler dâhil) büyük paralar ayrılması ülkemizin devlet ve özel kurumları için
yeterli görülmezdi.
Ülkemizde ve dünyanın pek çok ülkesinde, devlet bütçesinin yaklaşık %10'si
eğitim ve bilime ayrılsa bile, yurttaşların eğitim ve bilim düzeylerinde pek bir iyileşme
gözlenmesi beklenmemelidir. Okul ve üniversite sayısını artırmakla yayın sayısı artar
ama kalite ya da bilimsel düşünce düzeyi değil. Ülkede konut, araba, yol, köprü, baraj ve
diğer yaşamsal araçların sayısını artırmak zenginliktir ve gereklidir ama kalitesiz
öğretmen ve profesör sayısını artırmak bir işe yaramaz. Öğretmen ve öğretim üyesi
sayısı, eğitime ve bilime bizlerden çok daha fazla saygı gösteren ülkelerde (örneğin Çin
ve Rusya'da) kuşkusuz bizden çok daha fazladır. Onların öğrencileri matematik ve fizik
olimpiyatlarında sıklıkla birincilik de elde ederler. Avrupa ülkeleri, bu göstergelere
bakıldığında Türkiye'den daha geride gözükmektedir. Ancak bu ülkelerden bazıları
bilime katkıda ve ekonomik gelişmede Rusya ve Çin'den çok daha öndedirler.
TÜBA’ya yeni bir üye seçilirken, TÜB TAK ödülleri dağıtılırken, üniversitelerde
makaleler değerlendirilirken, bilimsel sonuçların değerlendirmesinde zorluk çekiliyor ve
“hangi çalışma, hangi dergide yayınlanmış” sorusu öne çıkıyor. Makalenin bilimsel
sonucunun önemi ile yayınlanan derginin düzeyi ve makaleye verilen yanıtların sayısı
arasında önemli bir ilişki yoktur. Doğrudan bilimsel sonuçlar değerlendirilemiyorsa bu
ülkemizde temel bilimlerin (ve yeni teknolojilerin üretiminin) yeterli durumda
olmadığının bir ğöstergesidir.
Bilime ve eğitime ciddi yaklaşım olmadığından, büyük kentlerde sık sık elektrik
kesintisini aradan kaldıramayanlar, atom santralı kurmaya kalkıyorlar. Bilimsel
düşüncenin zayıf olduğu yerde insanları diğer faktörler birleştirebilir; TÜBA’da bile
arkadaşlık duyguları bilimden önceye alınmışsa atom santralında işlerin nasıl
yürütüleceği kaygı yaratmaktadır.
12
Oktay Hüseyin.
19
Tarımda verimi artırmak için tohum genleriyle oynuyorlar ve bu tarımcılık
yöntemi bütün dünyaya yayıldı. Bunun sonucunda da son on yılda kanser, allerjik
hastalıklar ve kilolu insan sayısının çok artması kaçınılmaz bir gerçektir. Örneğin
genleriyle oynanmış soya fasulyesiyle beslenen fare yavrularının kısır kalması ve
farelerin iç organlarının zarar gördüğü kesinleşmiştir (en yakın açıklama: internette
yayınlanan Pravda Ru gazetesi, 9-12 haziran 2007). Biliminsanları, genlerle oynanarak
yeryüzünde birçok bitki ve hayvan türünü yok edilebileceğine ve insanları
kısırlaştırabileceğine inanıyor. Gelişmiş ülkeler, bu beladan nasıl kurtulacaklarını da
biliyorlar: Çoktan beridir de genlerle oynayarak dünya nüfusunu denetlemeye ve işlerine
uygun insan soyu üretmeye çalışıyorlar. Amaç belli, yöntem belli. Peki, acaba bizim gibi
toplumlar kendilerini kurtarmak için temel bilimlere sarılabilecekler mi?
Özetlersek, fantezi romanlarının, dialektik felsefenin ve özeleştirinin Asya’da
(Japonya ve srail hariç), Latin Amerika’da ve Afrika’da gelişmemesi doğal olabilir ama
bizde matematiğin göreli olarak daha iyi gelişmesi, fiziğin matematiğin bir uzantısı
olmadığının bir göstergesidir.
Akdeniz Üniversitesinden Emekli Prof Dr. Oktay Hüseyin (Guseinov)
oktay_guseyinov@yahoo.kom.tr
ODTÜ Fizik Bölümü. Yar.Doçent Sinan Kan Yerli
Dostları ilə paylaş: |