AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ
ATAMAN - TÜRKİYE DAVASI
(Başvuru no: 46252/99)
KARARIN ÖZET ÇEVİRİSİ
STRAZBURG
27 Nisan 2006
İşbu karar AİHS’nin 44§2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecektir. Şekli
bazı düzeltmelere tabi olabilir.
AVRUPA
KONSEYİ
CONSEIL DE
L'EUROPE
______________________________________________________________________________________
© T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2006. Bu gayrıresmi özet çeviri Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan
Hakları Genel Müdür Yardımcılığı tarafından yapılmış olup, Mahkeme’yi bağlamamaktadır. Bu çeviri,
davanın adının tam olarak belirtilmiş olması ve yukarıdaki telif hakkı bilgisiyle beraber olması koşulu ile
Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdür Yardımcılığı’na atıfta bulunmak
suretiyle ticari olmayan amaçlarla alıntılanabilir.
2
Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan ve (46252/99) başvuru no’lu davanın nedeni bu
ülke vatandaşı olan Abuzer Ataman’ın (başvuran) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne
(AİHM) 13 Kasım 1998 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Temel İnsan
Haklarını güvence altına alan 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur.
Başvuran, AİHM önünde Ankara Barosu avukatlarından Yusuf Alataş tarafından
temsil edilmektedir.
OLAYLAR
I. DAVA KOŞULLARI
1931 doğumlu olan başvuran, Abuzer Ataman, Adıyaman’da (Türkiye) ikamet
etmektedir. 1976 doğumlu olup 16 Ocak 1998 tarihinde ölen Mikail Ataman’ın babasıdır.
A. Mikail Ataman’ın askere alınmasından sonra meydana gelen olaylar
1997 tarihinde, 21 yaşındaki Mikail, Kars’ta askerlik görevini yerine getirmektedir. Bu
dönemde, PKK üyesi olduğu gerekçesiyle kardeşlerinden bir tanesi cezaevinde
bulunmaktadır.
1997 yılının Eylül ayında, bağlı olduğu birliğin Tunceli’de yapılacak askeri bir
operasyona katılacağını öğrenen Mikail Ataman, hastalığını gerekçe göstererek U. adlı
Komutanından operasyona gönderilmemesini istemiştir. Operasyon öncesinde Komutanı,
Mikail’in bu isteğini kabul etmiş fakat başvuranın iddiasına göre Mikail’i tehdit etmiştir.
Mikail’in ailesinin özellikle de Hollanda’da ikamet eden kardeşinin ifadelerine göre,
Mikail Ataman kendilerini sık sık aramış, hakaret içerikli ve tahrik edici konuşmalar
yapmıştır. Mikail Ataman’ın ailesi, konuşmalar sırasında Mikail’in başka askerlerin hatta
subayların yanında bulunduğunu fark etmişlerdir. Bir süre sonra, ailesi Mikail Ataman’a
ulaşamamış ve bu dönemde Mikail ile ilgili bir takım tedbirlerin alındığını öğrenmişlerdir.
Mikail’in silah taşıması ve kışladan çıkması yasaklanmıştır. Tedirgin olan ailesi, Kars’ta
ikamet eden A. A. isimli yakınlarından, Mikail Ataman’ı ziyaret etmesini istemişlerdir. A. A.
Mikail’in ailesine, Mikail’in psikolojik durumunun iyi olmadığını ve tedavi görmesi
gerektiğini bildirmiştir. Bunun üzerine başvuran, hastalık izni alabilmek ümidi ile Kars’a
gitmiştir. Oysa, başvurana göre Mikail’e yalnızca izin verilmiş ve bu da Komutan U.’nun
yerine vekalet eden E. Ö. isimli yüzbaşının kişisel çabaları sonucunda gerçekleşmiştir. Bu
nedenle Yüzbaşı E. Ö., bütün askerlerin benzer psikolojik sorunları olabileceğini ve Mikail’e
ayrıcalık tanınması için hiçbir neden bulunmadığını düşünen üstleri ile karşı karşıya gelmiştir.
İzinde olduğu süre içerisinde ailesi, Mikail Ataman’ı önce Malatya’da tedavi ettirmek
istemiştir. İlgili, burada firar etmiş ve inzibat tarafından kendisini kaybetmiş bir haldeyken
yakalanmıştır. 4 Kasım 1997 tarihinde, Malatya Askeri Hastanesi’nde Mikail’e sakinleştirici
iğne yapılmıştır. Tedavi eden doktor, Mikail’in, Ankara’da bulunan Mevki Askeri
Hastanesi’nin psikiyatri servisine sevk edilmesini talep etmiştir. Fakat ailesi, Mikail’i
Adana’da bulunan özel bir psikiyatri kliniğine götürmeyi tercih etmiştir. Klinikte çalışan
psikolog, Komutanın Mikail’e izin vermesi halinde tedaviye başlayabileceğini belirtmiştir.
Aile daha sonra Mikail’i Ankara’da bulunan Mevki Askeri Hastanesi’nin psikiyatri servisine
götürmüştür. Psikiyatri servisinde, 19 Kasım 1997 tarihinde hazırlanan raporda Mikail
Ataman’da anksiyete semptomu teşhis edildiğini, devam etmesi halinde birliğinin bulunduğu
3
ilin askeri hastanesinde tedavi ettirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Raporda “hastanın kaydının
yapılması ve birliğine bilgi verilmesi” ifadesi yer almıştır.
Mikail, Kars’ta bulunan kışlasına döndükten sonra ailesi ile telefonla konuşmuş ve
ailesi sağlık durumun daha iyi olduğuna ikna olmuştur.
Komutan U.’nun dönmesi ile Mikail Ataman’ın sağlık durumu kötüleşmiştir. 4 Ocak
1998 tarihinde, Mikail ailesini aramış ve Komutan U.’nun kendisini öldürmeden imdadına
yetişmeleri için ailesine yalvarmıştır. Konuşma sırasında telefonu alan arkadaşı Mikail’in
söylediklerini doğrulamıştır. O akşam ve ertesi gün, başvuran ne oğluna ne de Komutan U.’ya
ulaşabilmiştir. Görüştüğü kişiler her defasında, Mikail Ataman’ın nöbette olduğunu, sağlık
durumunun iyi olduğunu, yolların kapalı olması nedeniyle başvuranın oğlunu görmeye
gelemeyeceğini belirtmişlerdir. Başvuran yeniden A. A.’dan oğlunu ziyaret etmesini
istemiştir. A. A., Mikail’in durumunun ciddi olduğunu ve Mikail’in Komutanından
bahsederken “ya o beni öldürecek ya da ben onu” şeklinde ifadelerde bulunduğunu başvurana
söylemiştir. Bu görüşmeden sonra, başvuran birkaç defa oğluna ulaşmaya çalışmıştır.
B. Mikail Ataman’ın ölümü ve soruşturmanın açılması
16 Ocak 1998 tarihinde sabah saat 02:00’da, kendisini Mikail’in Komutanı olarak
tanıtan bir kişi başvuranı aramış ve oğlunun saat 00:25’te, kışla garajında nöbet tuttuğu sırada
öldüğünü haber vermiştir. Komutan, aynı zamanda, kardeşinin hapsedilmesi nedeniyle
Mikail’in üzülmüş olabileceğini belirtmiştir.
Olaydan haberdar olan, Kara Kuvvetleri Komutanlığı ("KKK"), 9. Piyade Tümen
Komutanlığı Askeri Savcısı, olay yerine gitmiştir. Mikail Ataman’ın cesedi Kars Devlet
Hastanesi’ne götürülmüştür. Askeri Savcı, Mikail Ataman’ın o gece iki askerle birlikte kışla
garajında nöbet tuttuğunu tespit etmiştir. M. K. Ç. ve M. A. adındaki askerler garaj önünde,
Mikail ise garajın arkasında, ZPT araçlarının yanında nöbet tutmuştur. Askerler, Askeri
Savcı’ya bir el silah sesi duyduklarını, bunun üzerine Mikail’in nöbet yerine doğru
koştuklarını ve Mikail’i üstünde G3 piyade tüfeği ile yerde yatarken bulduklarını
açıklamışlardır.
Askeri Savcı, kan birikintisine 2 m. uzaklıkta 7,62 mm. çapında kovan bulmuştur.
Mermi bulunamamış fakat emniyet kilidi açık olan silah üzerinde yapılan incelemede, silahın
garaj duvarına dayalı tutulduğunu, silahın Mikail Ataman’a verilen silah olduğunu ve bu silah
ile bir el ateş edildiğini doğrulamıştır.
Daha sonra, Askeri Savcı Kars Devlet Hastanesi’ne gitmiş, burada Mikail Ataman’ın
şahsi eşyalarını ve kıyafetlerini incelemiştir. Askeri Savcı, Mikail Ataman’ın cüzdanında bir
rapor ve psikiyatri servisince düzenlenen beş adet reçete bulmuştur.
S. G. tarafından teşhis edilen Mikail Ataman’ın cesedi üzerine otopsi yapılmıştır.
Otopsi sonucunda hazırlanan raporda, göğüs bölgesinde 0,5 cm. çapında bir kurşun deliğine,
beşinci kaburga arasında ve göğüs kemiği hizasında birinci dereceden yanık ve kurşun
deliğinin çevresinde 2 x 4 cm. çapında bir ekimoza rastlanmıştır. Kurşunun çıkış deliği 3 x 2
cm. çapında olup, onikinci göğüs omuru seviyesinde, solda ve orta çizgiye 10 cm.
mesafededir. İki doktor ve Askeri Savcı tarafından imzalanan otopsi raporunda, ölüm
nedeninin sol karıncığın ateşli silahla tahribinin yanı sıra, dolaşım yetersizliği ve kanama
sonucu kalbin durması olduğu belirtilmiştir.
4
C. Başvuranın şikayeti
Bu rapordan haberdar olan başvuran, Adıyaman Cumhuriyet Savcısı’na şikayette
bulunmuştur. Başvuran, sivil bir hakim eşliğinde ikinci bir otopsi yapılmasını talep etmiştir.
Başvuran, oğlunun öldürüldüğünden şüphelendiğini ve otopsi sonucunun kendisine
bildirilmesini istediğini belirtmiştir. Cumhuriyet Savcısı, başvuranın talebin kabul etmiş ve 17
Ocak 1998 tarihinde sivil hakim eşliğinde ikinci bir otopsi yapılmıştır. Bununla birlikte, ikinci
otopsiden farklı bir sonuç çıkmamıştır.
Mikail Ataman 18 Ocak 1998 tarihinde defnedilmiştir. Defin işleminden önce
Mikail’in resimleri çekilmiştir.
Defin işleminden sonra, belirtilmeyen bir tarihte başvuran oğlunun ölümünden
sorumlu olan kişi ya da kişiler hakkında Adıyaman Cumhuriyet Savcılığı’na şikayette
bulunmuştur.
21 Ocak 1998 tarihinde, Adıyaman Cumhuriyet Savcılığı yetkisizlik kararı vererek
dosyayı, soruşturmasını sürdürmekte olan Askeri Savcı’ya göndermiştir.
Bu çerçevede, Askeri Savcı önce Mikail’e yakın olan çok sayıda askerin ifadesini
almıştır. Askerlerin hepsi genel olarak, Mikail Ataman’ın izinde olduğu sırada tedavi
gördüğünü, psikolojik sorunlarının bulunduğunu, askerlik yapmak istemediğini, buna karşılık
üstleri ile ilgili herhangi bir tartışmadan bahsedip, şikayet etmediğini belirtmişlerdir. Aynı
şekilde M. K. Ç. ve M. A. nöbet tuttukları sırada garaja kimsenin girmediğini, kavga ya da
fısıltı sesi duymadıklarını söylemişlerdir. Askerler, garaja birinin girdiği düşünülse bile,
kaçmasının mümkün olmadığını ifade etmişlerdir.
18 Ocak 1998 tarihinde, Askeri Savcı, Komutan U.’yu dinlemiştir. Komutan U., 3
Kasım 1997 tarihinde 24 günlüğüne Mikail’e izin verdiğini, Mikail’in bölüğüne döndüğü
tarihten olayın meydana geldiği tarihe kadar, ne Mikail Ataman’ın ne de bir başkasının
kendisine Mikail’in yaşamış olabileceği sorunlardan bahsettiğini belirtmiştir.
Askeri Savcı, Adıyaman Savcılığı’ndan Mikail’in kişiliği, psikolojik durumu ve ailevi
ilişkileri ve askerlik ile ilgili düşünceleri hakkında yakınlarından bilgi alınmasını talep
etmiştir.
24 Şubat 1998 tarihinde, Askeri Savcı tarafından, davanın idari yönü ile ilgili olarak
araştırma yapmakla görevlendirilen ve üç uzmandan oluşan komisyon hazırladıkları raporu
sunmuşlardır. Raporda, mevcut davada ne askeri kuralların ne de askerlerin eğitimine,
kazaların ve intihar vakalarının önlenmesine ve/yada nöbetlerin düzenlenmesine ilişkin genel
kuralların ihlal edildiği belirtilmiştir. Raporda ayrıca, gözetimden ve/yada denetimden
sorumlu askeri personelden kaynaklanan herhangi bir ihmalin tespit edilmediği ifade
edilmiştir. Komisyon, dava konusu intiharın öncelikli sebebinin, askerin ailevi sorunlarını
büyütmesinden ve bunlardan kimseye bahsetmemiş olmasından kaynaklandığına ve bu
sorunların en sonunda akli dengesini etkilediğine, A. A.’nın (başvuranın Kars’ta oturan
yakını) Mikail’de gözlemlediğini söylediği anormal davranışlar hakkında komutanlara bilgi
vermemeyi tercih etmiş olmasının dolaylı olarak intihara neden olduğuna, Mikail Ataman’ın
sorunlarının bölüğe yeni gelen ya da operasyonlar sırasında bölükte bulunmamış olan üstleri
5
tarafından tam anlamıyla anlaşılmamış olmasının da olayların tırmanmasına neden olduğuna
kanaat getirmiştir.
24 Şubat 1998 tarihinde, Mikail Ataman’ın askeri hayatına ilişkin bilgiler, Komutan
U.’nun geçmişi ve bölüğün askeri kayıtları tamamlanmıştır. Raporda yer alan ifadelerden,
Komutan U.’nun bölüğündeki askerlerin hiçbirisine, yetkili ve güvenilir biri olarak tanınan
Komutan U. tarafından baskı ve kötü muamele yapılmadığı sonucu çıkmaktadır. Sağlık
muayenesi kayıtlarından, Mikail Ataman adlı askerin, garnizon doktoruna gitme talebinin
hiçbir zaman reddedilmediği anlaşılmaktadır. İzin kayıtlarından, maktulün düzenli olarak
çarşı iznine çıktığı tespit edilmektedir. 3 Kasım 1997 tarihinde, Mikail’e izin verilmiş ve
öldüğü güne kadar başka bir izin talebinde bulunmamıştır.
D. Askeri Savcı’nın kararı ve başvuranın itirazı
Askeri Savcı, 23 Mart 1998 tarihinde, olayın bir intihar vakası olduğu gerekçesiyle,
ceza soruşturması açılmasına gerek olmadığına karar vermiştir. Askeri Savcı’ya göre, yapılan
soruşturmalar askeri makamların ve özellikle de Komutan U.’nun sorumluluğunu ortaya
koymamıştır. 27 Aralık 1997 tarihinde, olaydan kısa bir süre evvel görevden dönen Komutan
U., maktulün psikolojik durumunu fark etmemiş olabilir; üstelik, hiçbir şey Mikail Ataman’ın
hayattayken, üstlerine ve özellikle de Komutan U.’ya sorunlarından ve/yada sağlık durumuna
ilişkin belgelerden haberdar ettiğini göstermemektedir.
13 Nisan 1998 tarihinde bu kararın başvurana tebliğ edilmesinin ardından, başvuran
itiraz etmiştir. Oğlunun bir cinayete kurban gittiğini iddia eden başvuran, mevcut davada
yürütülen hazırlık soruşturmasının yetersiz olduğunu ileri sürmüştür. Başvurana göre hazırlık
soruşturmasındaki eksiklikler şunlardır:
- Askeri Savcı’nın olay yerine gelmesinden önce, Mikail’in cesedinin ve silahın yeri
değiştirilmiştir; bu nedenle bunların yerlerinin tam olarak tespit edilmesi mümkün olmamıştır.
- Boyutu ve şekli dikkate alındığında, G3 tipi piyade tüfeği ile intihar etmek oldukça
zordur ve Mikail Ataman’ın, nöbet tutan diğer iki asker fark etmeden tüfeği duvar ile
göğsünün arasına sıkıştırması şaşırtıcıdır;
- Otopsi raporlarına göre, kurşun yukarıdan aşağıya doğru gitmiştir; bu nedenle Mikail
Ataman’ın otururken, ayakta olan birisi tarafından öldürüldüğün varsayılması gerekirdi.
Başvuran, bu iddialarına dayanak olarak, oğlunun ölümünden iki gün önce kendisini
aradığını, Komutanı U.’nun kendisine baskı yaptığını ve bunlardan dolayı tedirgin olduğunu
söylediğini belirtmiştir. Başvurana göre, Mikail Ataman kardeşinin geçmişinden dolayı
saldırılara maruz kalmıştır. Her ne olursa olsun, psikolojik sorunlarının olmasına rağmen
oğluna silah verilmiş olmasının yanlış olduğunu, askeri bir hastanede tedavi görmesinden
dolayı hiçbir üstünün Mikail’in sorunlarından habersiz olmasının mümkün olmadığını iddia
etmiştir.
4 Mayıs 1998 tarihinde dosyayı inceleyen Ağrı’daki 12. Mekanize Piyade Tugay
Komutanlığı Askeri Mahkemesi, soruşturmada hiçbir eksiklik bulunmadığı gerekçesiyle
başvuranın itirazını reddetmiştir. Bu karar, 20 Mayıs 1998 tarihinde başvurana tebliğ
edilmiştir.
6
HUKUK AÇISINDAN
I. AİHS’NİN 2. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
Başvuran, oğlunun askerlik görevini yaptığı sırada öldüğünü belirterek, sözkonusu
ölüm koşullarından ve bu konuda yürütülen cezai soruşturmanın etkisizliğinden şikayetçi
olmaktadır. Başvuran, AİHS’nin 2. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmektedir.
A. Tarafların argümanları
1. Başvuran
Başvuran, Mikail Ataman’ın U. adlı Komutanı tarafından öldürüldüğü iddiası konusu
ile ilgili olarak ulusal makamlar tarafından alınan ifadelerin duruma açıklık getirmekten uzak
olduğunu belirtmektedir. Tanıklardan bazıları, üstleri ile çatışmaya girmeden ifade vermesi
mümkün olmayan asker ve subaylardan oluşmaktaydı. Özellikle de komutanların, şahsi
sorumluluklarının bulunduğunu düşündürebilecek söylemlerde bulunmaları beklenemezdi.
Başvuran, sorgulama sırasında Mikail Ataman’ın ailesinden bir bireyin yada avukatının
bulunmamış olmasından dolayı, bu tanıkların sorgulamasına katılamadığını ileri sürmektedir.
Başvuran, sözkonusu soruşturma ve cezai yargılamalar ile ilgili olarak, bunların
askeri makamların isteği doğrultusunda sürdürüldüğünü ve Mikail Ataman’ın intihar ettiği
düşüncesine dayandığını belirtmektedir. Başvurana göre, Askeri Savcı hiçbir zaman Mikail
Ataman’ın ailesinin iddialarını ciddiye almamıştır. Mikail Ataman’ın silahı üzerinde parmak
izi incelemesi yapmak ve olası şüpheliler üzerinde yakından ateş sonucu oluşan kimyasal
izlerin bulunup bulunmadığını kontrol etmek üzere kimsenin görevlendirilmemiş olması bu
ilgisizliğin birer göstergesi niteliğindedir. Askeri Mahkeme de, soruşturmaları genişletmeyi
düşünmeden dava dosyası üzerinden sorunu çözmekle yetinerek aynı şekilde davranmıştır.
Sonuç olarak, Mikail Ataman’ın psikolojik sorunlarının var olduğunun bilindiğinin
altını çizen başvuran, Mevki Hastanesi’nin psikolojik servisince yapılan muayeneye ilişkin
raporda “hastanın yalnız gelmemesi uygundur” ifadesi yer almaktadır. Bu türden bir ifade, o
an Mikail Ataman’ın yalnız başına hareket edemeyecek durumda olduğunun göstergesidir.
Her ne olursa olsun, psikoloji servisi tarafından hazırlanan 19 Kasım 1998 tarihli rapor, asker
olan Mikail Ataman’ın psikolojik tedavi gördüğünü kanıtlamaktadır ve bunun yetkililer
tarafından bilinmemesi mümkün değildir.
2. Hükümet
Öncelikle, Mikail Ataman’ın Komutanı tarafından öldürüldüğüne dair iddia ile ilgili
olarak Hükümet, bu iddianın, mevcut davada yürütülen cezai soruşturma sırasında ortaya
çıkan delillerle çürütüldüğünü belirtmektedir. Bu konuda, olayın meydana geldiği gün,
yalnızca, aralarında maktulün de bulunduğu askerlerin garaja girdiği konusunda ikna
olabilmek için Savcı tarafından alınan ifadeleri incelemek yeterli olacaktır. Diğer yandan,
Mikail Ataman’ı öldürmek gibi bir düşüncesi bulunmayan U. adlı Komutan, Mikail Ataman’a
karşı hiçbir şekilde saldırgan bir tutum içerisinde olmamış; aksine, askerin romatizmalarından
yakınması üzerine, onu askeri bir operasyondan muaf tutmuş ve izin talebine karşı
çıkmamıştır.
7
Hükümet, dava konusu ölüm ile ilgili olarak yürütülen soruşturmanın etkisiz ve
yetersiz olduğu iddiası ile ilgili olarak, soruşturmaların büyük bir dikkatle ve özen
gösterilerek sürdürüldüğünü belirtmektedir. Hükümet, dava dosyasına atıfta bulunarak, bu
davada, soruşturmaların hemen başlatıldığına dikkat çekmektedir. Bu bağlamda, olay yeri
keşifleri, iki otopsi ve silah incelemesi yapılmıştır. Spesifik konularda araştırma yapmakla
görevli komisyonlar da dahil olmak üzere, Askeri ve Sivil Savcılar mümkün olan bütün
araştırmaları yapmış ve ayrım yapmaksızın, Mikail Ataman’ın babasının, kardeşinin ve
yakınlarının da ifadesi dahil olmak üzere, herkesin ifadesine başvurmuştur. Oysa yapılan
araştırmalarda, Mikail Ataman’ın ölümünde bir başka kişinin olası sorumluluğu bulunduğu
ortaya çıkmamıştır. Bunun üzerine Cumhuriyet Savcılığı muhakemenin men’i kararı
vermiştir. Bu karar Askeri Mahkeme tarafından da onaylanmıştır.
Hükümet, Mikail Ataman’ın psikolojik durumunu dikkate almayan askeri makamların
ihmalkâr davrandığı iddiası ile ilgili olarak, ilgili dönemde Mikail Ataman’ın endişe verici bir
tutumunun bulunmadığını ifade etmektedir. Biri hariç bütün arkadaşları, Mikail Ataman’ın
sorunlarından haberdar olmadıklarını belirtmişlerdir. Mikail Ataman yalnızca bir defa grip
nedeniyle birliğin doktoruna gitme talebinde bulunmuştur. Mikail Ataman, rehberlik
hizmetine gittiğinde ise yalnızca ailevi sorunlarından bahsetmiştir. Bunun dışında, başvuranın
iddiasının aksine, Mikail Ataman ne hastalık istirahatı ne de özel bir tedavi talebinde
bulunmuştur. 4 Kasım 1997 tarihinde, Mikail Ataman kendi imkanları ile Kars Askeri
Hastanesi’ne gitmiştir. Mikail Ataman’ın cebinde bulunan rapordan, doktorların genç askerin
psikiyatri servisinde muayene edilmesini ve muayene sonuçlarından birliğinin haberdar
edilmesini istedikleri anlaşılmaktadır. Fakat Mikail Ataman hiçbir zaman sözkonusu servise
gitmemiş ve birliğine bu konuda bilgi vermemiştir.
Hükümet, yukarıda yer alan ifadeler ışığında, Mikail Ataman’ın ölümü ile ilgili olarak,
askeri makamlardan kaynaklanan herhangi bir öznel ya da nesnel sorumluluk ya da
ihmalkârlığın bulunmadığını belirtmektedir.
B. AİHM’nin takdiri
1. Başvuranın oğlunun ölümü
a.
Kasıtlı öldürme
AİHM, AİHS’nin 2. maddesinin Sözleşme’nin temel maddeleri arasında yer aldığını
ve 3. madde ile birlikte Avrupa Konseyi’ni oluşturan demokratik toplumların temel
değerlerinden birisi olarak benimsendiğini hatırlatır (Bkz., Çakıcı-Türkiye, no: 23657/94 ve
Finucane
– Birleşik Krallık, no: 29178/95). Mahkeme ayrıca, 2. madde ile tanınan güvencenin
önemini teslim ederek, yaşam hakkına ilişkin şikayetler söz konusu olduğunda bunlara büyük
bir titizlik gösterilerek bir görüş oluşturulması gerektiğini belirtir (Bkz., Ekinci-Türkiye, no:
25625/94).
AİHM, iki tarafın yorumlarının, AİHS’nin 2. maddesi açısından davanın olaylarından
çıkarılacak sonuçlar konusunda farklılık gösterdiğine dikkat çeker.
AİHM, mevcut davada ortaya çıkan soruları dava dosyasında yer alan belgeler
ışığında, özellikle de Hükümet tarafından sunulan ve yürütülen soruşturmalar ve tarafların
sunduğu görüşlere ilişkin belgeler çerçevesinde inceleyecektir. Bu kanıtları
değerlendirebilmek için AİHM, kanıtlara ilişkin “her türlü makul şüphenin ötesinde bulunma”
8
ölçütünden yararlanacaktır. Fakat bu türden bir kanıt yeterince ciddi, sarih ve uygun bir dizi
göstergeden veya yanlışlığı kanıtlanmamış karinelerden kaynaklanabilir. Öte yandan
kanıtların araştırılması esnasında tarafların tutumları gözönünde bulundurulabilir
(Bkz.,mutatis mutandis, İrlanda-Birleşik Krallık).
Başvurana göre, oğlu Mikail Ataman subaylardan biri tarafından kasıtlı olarak
öldürülmüştür.
AİHM, bu iddiaların somut ve kanıtlanabilir olgulara dayanmadığını ve bir tanığın
beyanatıyla ya da diğer kanıt unsurlarıyla kesin bir yargıya ulaştıracak şekilde
desteklenmediğini gözlemlemektedir.
Aksine, dosyada yer alan unsurlardan, Mikail Ataman’ın intihar ettiği anlaşılmaktadır.
Olayın meydan geldiği gece, Mikail Ataman diğer iki askerle birlikte garajda nöbet
tutmaktaydı. Diğer iki asker garajın ön tarafında Mikail ise garajın arka tarafından nöbet
tutmaktaydı. İki asker silah sesi duyduklarında Mikail Ataman’ın nöbet tuttuğu yere doğru
gitmişlerdir. Mikail Ataman’ı yerde üzerinde G3 piyade tüfeği ile yerde yatarken
bulmuşlardır.
Olaydan haberdar edilen Askeri Savcı hemen olay yerine gelmiştir. Kan birikintisine
7,62 mm. uzaklıkta Mikail Ataman’ın tüfeğine ait olan bir mermi kovanı bulunmuştur. Bu
tüfekle bir el ateş edildiği doğrulanmıştır.
Mikail Ataman’ın cesedi üzerinde yapılan iki otopsi ve kıyafetleri üzerinde yapılan
incelemeler Mikail Ataman’ın yakın mesafeden ateş edilmesi sonucu öldüğü doğrulanmıştır.
Bununla birlikte, Mikail Ataman’ın askeri ya da devlet hastanelerinde psikiyatrik tedavi
gördüğü belirtilmiştir.
Mikail Ataman ile birlikte aynı bölgede nöbet tutan iki asker, nöbet tuttukları süre
boyunca garaja giren kimse olmadığını, kavga ya da fısıltı sesi duymadıklarını belirtmişlerdir.
Askerler, garaja birinin girdiği düşünülse bile, kaçmasının mümkün olmadığını ifade
etmişlerdir.
Bu noktada, başvuranın cinayete ilişkin iddiaları gerçekte varsayımlara dayanmaktadır
ve bu iddialar Mikail Ataman’ın intihar sonucu öldüğünü gösteren kanıt unsurlarının
doğruluğu konusunda şüphe uyandıracak nitelikte değildir.
b. Gözetim zorunluluğu
Mahkeme, AİHS’nin 2. maddesinin ilk cümlesinin, Devletlere, kasten ve usulsüz
olarak ölüme sebebiyet vermekten kaçınma ve yargı yetkileri altında olan kişileri korumak
amacıyla gerekli tüm tedbirleri alma zorunluluğunu getirdiğini hatırlatmaktadır. O halde,
AİHM’nin görevi, mevcut davada, başvuranın oğlunun hayatının gereksiz olarak tehlikeye
atılmasını engellemek için, Devlet’in gerekli olan tüm tedbirleri alıp almadığını tespit etmek
olacaktır (Bkz. L.C.B.-Birleşik Krallık, Derleme Hükümler ve Kararlar). Mahkeme aynı
zamanda, AİHS’nin 2. maddesinin, belirli koşullarda, yetkili mercilere, üçüncü kişilerin
eylemlerine ya da bazı özel koşullarda kendi eylemlerine karşı korumaları amacıyla
uygulamaya ilişkin tedbirleri almalarını içeren pozitif yükümlülük yüklediğini hatırlatır
(Tanrıbilir-Türkiye, no:21422/93).
9
Bununla birlikte, bu zorunluluk, yetkili mercilere dayanılmaz ve aşırı bir yük
yüklemeden yorumlanmalıdır. Bu değerlendirme yapılırken, güvenlik güçlerinin, toplum
içinde görevlerini yerine getirirken karşılaştıkları zorluklar, insan davranışlarının önceden
bilinmesinin mümkün olmaması da gözönüne alınmalıdır. Bu noktada, yaşamı tehlikeye
atabilecek olası her türlü tehdit, AİHS uyarınca yetkili mercilere, tehdidi önlemek amacıyla
somut tedbirler alma zorunluluğunu getirmemektedir (Tanrıbilir ve Kenan-Birleşik Krallık
no:27229/95).
AİHM, kendilerine silah verilen askerlerin gözetlenmesi ve bu kişilerin intihar
etmelerinin önlenmesi konusundaki görevleri çerçevesinde, bir askerin yaşam hakkını koruma
zorunluluğunu ihmal ettikleri iddiası karşısında, sözkonusu yetkililerin, askerin bu türden bir
eylemde bulunabileceğini bildikleri ve yetkileri dahilinde, bu tehlikeyi bertaraf edebilecek
tedbirleri almadıkları hususunda ikna olunması gerektiği kanaatindedir. AİHM için ve 2.
madde ile güvence altına alınan hak gözönüne alındığında, bir başvuranın, bilinen ya da
bilinmesi gereken hayati bir tehlikenin oluşabilmesini önlemek için yetkililerin, kendilerinden
makul olarak beklenen her şeyi yerine getirmediklerini göstermesi yeterli olmaktadır. Burada,
cevabı, davaya ilişkin koşulların bütününden çıkacak olan bir soru sözkonusudur. Bu nedenle
AİHM bu hususları inceleyecektir.
AİHM, yukarıda yer alan hususlar ışığında, yetkili mercilerin, Mikail Ataman’ın
intihar etmesi için ortada gerçek ve ani bir tehlike olduğunu bilip bilmediklerini ya da
bilmeleri mi gerektiğini; şayet ilk sorunun cevabı olumlu ise bu riskin önlenmesi için
sözkonusu mercilerin, kendilerinden makul olarak beklenen her şeyi yerine getirip
getirmediklerini araştırmıştır.
AİHM, mevcut davada, olay gecesi başvuranın oğlu olan ve dolu bir tüfeği bulunan
Mikail Ataman’ın nöbet tuttuğunu not etmektedir. Burada ortaya çıkan soru, Mikail
Ataman’ın psikolojik durumunun, özellikle de eline ölüme sebebiyet verebilecek bir silah
verilerek nöbet tutması ve aktif askerlik hizmetini yapması için tehlike arz edebileceğinin,
yetkili merciler tarafından bilinip bilinmemesi yada bilinmesinin gerekip gerekmediği
sorusudur. AİHM, Mikail Ataman’ın intihardan iki ay önce psikolojik rahatsızlıklar
yaşadığını gözlemlemektedir. Mikail Ataman, Malatya’da inzibat tarafından kendisini
kaybetmiş bir haldeyken yakalanmıştır. Malatya Askeri Hastanesi’nde Mikail Ataman’a
sakinleştirici iğne yapılmıştır. Malatya’da askeri doktor, Mikail Ataman’ı Ankara’da bulunan
Mevki Hastanesi’nin psikiyatri servisine sevk etmeyi uygun görmüştür. Özel bir klinikten geri
çevrilmesi üzerine ilgilinin, Ankara’da bulunan Mevki Hastanesi’nde hasta kaydı yapılmıştır.
Psikiyatri servisince düzenlenen raporda, Mikail Ataman’da anksiyete sendromu teşhis
edildiği belirtilmiştir. Uzmanlara göre, bu rahatsızlıkların artmış olması durumunda, Mikail
Ataman’ın, birliğinin bulunduğu bölgenin askeri kurumunda tedavi görmesi ve üstlerine bilgi
verilmesi gerekirdi. O halde Mikail Ataman’ın sağlık durumu, kendisine silah verilmesinin
yaratabileceği riskin bertaraf edilmesi için, dikkatli bir gözetim yapılmasını gerektirmekteydi.
Mikail Ataman’ın sağlık durumu dikkate alındığında, askeri makamların makul olarak
kendilerinden beklenebilecek şekilde davranıp davranmadıkları sorusu ortaya çıkmaktadır.
Hükümet bu konuda AİHM tarafından sorulan, Ankara’da bulunan askeri hastane
tarafından düzenlenen raporun, Mikail Ataman’ın üstlerine ulaştırılıp ulaştırılmadığı sorusunu
cevapsız bırakmıştır. Bununla birlikte, bu soruya verilecek cevap her ne olursa olsun AİHM
iki ihtimalin bulunduğunu gözlemlemektedir. Mikail Ataman’ın üstlerine bu raporu
ulaştırmamışlarsa doktorların ihmalkarlıkları ya da Mikail Ataman’ın sağlık durumundan
10
haberdar oldukları halde Mikail Ataman’a silah teslim eden üstlerinin ihmalkarlıkları
sözkonusudur. Bu nedenle, yetkililer sorumluluklarını yerine getirmemişlerdir zira yetkililer
Mikail Ataman’ın silah taşımasına bile engel olabilecek türden psikolojik bir durum içerisinde
bulunduğu gerçeğini gerektiği gibi algılayamamışlardır.
AİHM, aynı zamanda maktulün asker olduğunu ve askerlik hizmetini yerine
getirdiğini gözlemlemektedir. Devlet’in, hayatı tehlikede olan kişileri korumak amacıyla
önleyici tedbirler alması zorunluluğu ışığında, silah taşınmasını gerektiren askerliğin
yapılmasını zorunlu kılan Devlet’in özel bir dikkat göstermesi ve psikolojik rahatsızlıkları
bulunan askerler için askeri koşullara uygun bir tedavi öngörmesi beklenebilir (Kılınç ve
diğerleri - Türkiye
, no: 40145/98). Mevcut davada, askerlik hizmeti sırasında intiharları
önlemek amacıyla Devlet tarafından uygulanan süreç, Mikail Ataman’ın tedavi görmesi ile
işlemeye başlamıştır. Fakat sonrasında, yetkililerden makul olarak beklenebilecek, ilgilinin
ölümüne sebebiyet verebilecek bir silah taşımasına engel olmak gibi somut önlemler
alınmamıştır.
AİHM, bu çerçevede AİHS’nin 2. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
2. Ulusal makamlar tarafından yürütülen soruşturmalar
AİHM, AİHS’nin 2. maddesi ile öngörülen yaşam hakkının korunması
yükümlülüğünün, 1. madde uyarınca “kendi yetki alanı içinde bulunan herkese bu
Sözleşme’nin (...)de belirtilen hak ve özgürlükleri tanı[ması]” şeklinde Devlete düşen genel
görevle birlikte, zor kullanmaya başvurmanın bir kimsenin ölümüne yol açması halinde etkin
bir soruşturma yürütülmesi anlamına geldiğini ve bunu şart koştuğunu hatırlatır (Bkz. mutatis
mutandis, McCann ve diğerleri-Birleşik Krallık
, 27 Eylül 1995 tarihli karar, Kaya-Türkiye, 19
Şubat 1998 tarihli karar, Derleme, ve Tanrıbilir).
AİHM, yukarıda bahsedilen yükümlülüğün, yalnızca, ölüme bir Devlet görevlisinin
neden olduğunun tespit edildiği durumlar için geçerli olmadığını vurgular. Zira yetkili
mercilerin ölüm olayından haberdar edilmeleri, ölümün meydana geldiği koşullar hakkında
Sözleşme’nin 2. maddesinden kaynaklanan etkin bir soruşturma yürütme yükümlülüğünü
ipso facto
doğurur (Bkz., mutadis mutandis, Ergi-Türkiye, 28 Temmuz 1998 tarihli karar,
Derleme
, Yaşa-Türkiye, 2 Eylül 1998 tarihli karar, Derleme, Hugh Jordan-Birleşik Krallık,
no: 24746/94, ve A. ve diğerleri-Türkiye, no:30015/96, 27 Temmuz 2004).
Yürütülen soruşturma aynı zamanda sorumluların tespit edilip nihayetinde
cezalandırılmalarını sağlayacak şekilde etkili olmalıdır ( Oğur-Türkiye, n
o
21594/93). Burada
sözkonusu olan sonuca değil, araçlara ilişkin bir yükümlülüktür. Yetkili mercilerin, olaylara
ilişkin delillerin, özellikle de görgü tanıklarının ifadelerinin, polislerin elde ettiği bilimsel ve
teknik verilerin, gerektiğinde maktulün vücudundaki zedelenmeleri tam ve belirgin bir şekilde
gösterecek bir otopsi sonucunun ve hastanede yapılan gözlemlerin nesnel bir
değerlendirmesinin toplanabilmesi için makul olarak kendilerine açık olan tedbirleri almaları
gerekmektedir (Bkz. örneğin, Salman-Türkiye, no:21986/93, Tanrıkulu-Türkiye, no:23763/94,
Gül-Türkiye
, no: 22676/93, 14 Aralık 2000 tarihli karar).
Mevcut davada, soruşturmadan sorumlu mercilerin girişimleri tartışmaya mahal
vermemektedir.
11
Soruşturma dosyasında yer alan unsurlardan, Mikail Ataman’ın cesedinin
bulunmasından hemen sonra Askeri Savcı’nın olay yerine geldiği anlaşılmaktadır. Olay
yerinde bulunan kovan ve maktulün silahı üzerinde inceleme yapılmıştır. Mikail Ataman’ın
cesedi üzerinde ayrıntılı bir otopsi yapılmıştır. Askeri Savcı hazırlık soruşturması yapmıştır.
Bu soruşturma çerçevesinde, cesedi bulan askerlerin ve maktulün üstlerinin, arkadaşlarının ve
ailesinin ifadelerine başvurulmuştur. Ayrıca, Askeri Savcı, Adıyaman Savcılığı aracılığıyla
Mikail Ataman’ın psikolojik durumu ve kişiliği hakkında bilgi edinmiştir. Olayın meydana
geldiği gece nöbet düzenlemesi, U. adlı Komutanın maktule karşı ve askerlerine karşı
tutumları da üç uzmandan oluşan heyet aracılığıyla soruşturma konusu olmuştur.
Buna karşılık, Askeri Savcı tarafından yürütülen soruşturmanın yetersizliği, Savcı’nın
Ankara’da bulunan Askeri Hastane’nin psikiyatri servisi ile maktulün üstleri arasındaki
iletişim kopukluğunun nedenlerini araştırmaması hususunda ortaya çıkmaktadır. Bu konu ile
ilgili olarak yapılacak bir araştırma, yetkili mercilerden her birinin sorumluluklarının tespit
edilmesi bakımından belirleyici olabilirdi. Soruşturma sonucunda alınacak olan kararlar,
sağlık personelinin, Mikail Ataman’ın psikolojik durumu hakkında askeri birliğe bilgi verme
konusunda bir ihmalinin bulunup bulunmadığına, ya da ihmalin, askerin sağlık durumundan
haberdar olan ve Mikail’e verilen silahı geri almayan üstlerinden kaynaklandığına karar
verilmesine bağlı olarak değişiklik gösterebilirdi.
Mikail Ataman’ın sağlık durumuna ilişkin bilgi verilmesinde, sağlık personelinin ya
da askeri üstlerinin sorumluluğunun bulunup bulunmadığının tespit edilebilmesi amacıyla bir
soruşturma yapılmamış olmasını dikkate alan AİHM, Savunmacı Devlet’in, başvuranın
oğlunun ölümü hakkında etkili ve eksiksiz bir soruşturma yürütüme görevini yerine
getirmediğine kanaat getirmektedir.
Sonuç olarak, AİHS’nin 2. maddesi bu bakımdan ihlal edilmiştir.
II. AİHS’NİN 8. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
Başvuran, AİHS’nin 8. maddesine atıfta bulunarak, yaşadığı psikolojik sorunlar
yüzünden, Mikail Ataman’ın askerdeyken karşı karşıya bulunduğu tehdit nedeniyle kendisinin
ve ailesinin içerisinde bulunduğu endişeden şikayetçi olmaktadır.
AİHS’nin 2. maddesinin ihlal edildiği yönündeki kararını dikkate alan AİHM, bu
şikayetin ayrıca incelenmesinin gerekli olmadığına kanaat getirmiştir.
III. AİHS’NİN 13. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
Başvuran, AİHS’nin 13. maddesine atıfta bulunarak oğlunun ölümünden sonra etkili
ve yeterli bir soruşturma yürütülmediğinden şikayetçi olmaktadır.
Hükümet, başvuranın iddiaları üzerine adli askeri mercilerin etkili ve derinlemesine bir
soruşturma başlattıklarını. Yürütülen soruşturmada, çok sayıda ifade, belge ve rapora
başvurulduğunu belirtmektedir. Soruşturma sırasında, Mikail Ataman’ın ölümünde,
komutanının hatası olduğunu doğrulayacak herhangi bir delil bulunamamıştır.
AİHM, AİHS’de yer alan hak ve özgürlükler iç hukukta ne şekilde tanınmış olursa
olsun, Sözleşme’nin 13. maddesinin, bu hak ve özgürlüklerden iç hukukta yararlanılmasını
sağlayacak yolların varlığını güvence altına aldığını hatırlatır. Dolayısıyla Sözleşmeci
12
Devletler, bu hükmün kendilerine getirdiği yükümlülüklere ne şekilde uydukları konusunda
belli bir takdir payından yararlanma hakkına sahip olsalar da, sözkonusu hüküm, AİHS’ye
dayalı “savunulabilir bir şikayetin” içeriğinin incelenmesini ve uygun bir telafinin
sunulmasını sağlayacak bir iç hukuk yolunu zorunlu kılmaktadır. AİHS’nin 13. maddesinden
doğan yükümlülüğün kapsamı, başvuranın Sözleşme uyarınca yaptığı şikayetin niteliğine
bağlı olarak değişmektedir. Bununla birlikte bu maddenin gerektirdiği başvuru yolu hukuken
olduğu kadar pratikte de “etkili” olmalı ve özellikle bu başvuru yolunun kullanılması,
Savunmacı Devlet’in yetkili mercilerinin fiilleri tarafından haksız bir biçimde
engellenmemelidir (Bkz., Aksoy – Türkiye, 18 Aralık 1996 tarihli karar, Derleme, Aydın-
Türkiye
, 25 Eylül 1997 tarihli karar, Derleme ve Kaya, adıgeçen karar).
Yaşam hakkının korunmasının arzettiği temel önem dikkate alındığında, AİHS’nin 13.
maddesi, gerektiğinde tazminat ödenmesinin yanı sıra, ölümden sorumlu olanların tespit
edilmesi ve cezalandırılmasına yönelik derin ve etkili araştırmalar yapılmasını şart koşmakta
ve şikayetçinin soruşturma usulüne etkin bir şekilde erişebilmesini içermektedir (Kaya,
adıgeçen karar).
AİHM, mevcut davada sunulan deliller ışığında, maktulün diğer askerler tarafından
öldürüldüğünün ortaya konulmadığına fakat tehlikeli psikolojik bir durumda iken, kendi
tüfeği ile intihar ettiğinin belirtildiğine karar vermiştir. Bu durum yine de, AİHS’nin 2.
maddesine dayanan şikayeti, 13. madde açısından “savunulabilir” olmaktan yoksun
bırakmamaktadır (Bkz. Boyle ve Rice-Birleşik Krallık,27 Nisan 1988 tarihli karar, Kaya,
adıgeçen karar, Yaşa- Türkiye, 2 Eylül 1998 tarihli karar, Derleme). Bu nedenle yetkililerin,
maktulün hangi şekilde öldüğü konusunda etkili bir soruşturma yürütme zorunluluğu
bulunmaktaydı.
AİHM’nin de daha önce belirttiği gibi, yürütülen cezai soruşturma, Mikail Ataman’ın
sağlık durumuna ilişkin bilgilerin iletilmesinde ya da değerlendirilmesinde, sağlık
personelinin ve üstlerinin sorumluluklarının bulunup bulunmadığının tespit edilmesini
sağlayacak bir sonuç doğurmamıştır. Buna bağlı olarak soruşturma, başvuranın oğlunun
ölümüne ilişkin ayrıntılar da sunmamıştır.
Bu koşullar altında, AİHS’nin 2. maddesinden kaynaklanan soruşturma
yükümlülüğünün daha ötesinde şartlar taşıyan 13. maddede öngörüldüğü gibi, etkili bir
soruşturma yürütüldüğü kabul edilemez.
Sonuç olarak, AİHS’nin 13. maddesi ihlal edilmiştir.
IV. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA
AİHS’nin 41. maddesinde belirtilen unsurlar.
A.Tazminat
Başvuran, Mikail Ataman’ın ölümünün yol açtığı gelir kaybı nedeniyle 23.959.10
Amerikan Doları tutarında maddi zarara uğradığını iddia etmektedir. Başvuran ayrıca,
kendisinin, Mikail Ataman’ın annesinin ve sekiz kardeşinin uğradığı manevi zarar için
140.000 Amerikan Doları talep etmektedir.
Hükümet, bu iddialara karşı çıkmaktadır.
13
AİHM, maddi tazminat ile ilgili olarak, başvuranın iddialarının kanıtlanmamış ve
belgelendirilmemiş olduğunu not etmektedir. Bu nedenle, bu ad altında tazminat ödenmesine
gerek olmadığına kanaat getirmiştir.
AİHM, manevi tazminatla ilgili olarak, Mikail Ataman’ın ailesinin, AİHS’nin ihlal
edilmesi nedeniyle bir takım acılar yaşamış olabileceklerine kanaat getirmektedir. AİHM
hakkaniyete uygun olarak Mikail Ataman’ın hak sahiplerine 20.000 Euro ödenmesinin makul
olacağına karar vermiştir.
B. Masraf ve Harcamalar
Başvuran, yapılan masraf ve harcamalar için 12.908.08 Amerikan Doları talep
etmektedir. Bu tutarın 8.200 Amerikan Doları avukatlık ücretini, 311 Amerikan Doları
tercüme masraflarını ve 4397,08 Amerikan Doları da çeşitli harcamaları kapsamaktadır.
Başvuran, bu taleplerin çoğunluğu için ilgili belgeleri sunmaktadır.
Hükümet bu iddialara karşı çıkmaktadır.
Mahkemenin bu konudaki içtihadı ve mevcut unsurlar doğrultusunda AİHM, tüm
masraflarla birlikte başvurana, 7.000 Euro ödenmesinin makul olduğuna karar vermiştir.
C. Gecikme Faizi
AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz
oranına üç puanlık bir artışın ekleneceğini belirtmektedir.
BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK AİHM OYBİRLİĞİYLE,
1. Mikail Ataman’ın ölüm koşulları nedeniyle AİHS’nin 2. maddesinin ihlal
edildiğine;
2. Etkili soruşturma yürütülmemiş olması nedeniyle AİHS’nin 2. maddesinin ihlal
edildiğine;
3. AİHS’nin 8. maddesi bakımından herhangi bir sorunun bulunmadığına;
4.
AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiğine;
5. a) AİHS’nin 44 § 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay
içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden YTL.’ye çevrilmek üzere, her türlü
vergiden muaf tutularak Savunmacı Hükümet tarafından başvurana:
i. manevi tazminat olarak 20.000 Euro (yirmi bin) ödenmesine;
ii.masraf ve harcamalar için 7.000 Euro (yedi bin) ödenmesine;
b) sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar
Hükümet tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz
oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faizi ödenmesine;
14
6.
Adil tazminata ilişkin diğer taleplerin reddine;
karar vermiştir.
İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77 §§ 2 ve 3
maddesine uygun olarak 27 Nisan 2006 tarihinde yazıyla bildirilmiştir.
Document Outline
Dostları ilə paylaş: |