166 İslamoğlu Tef


Islevha fasbiru ev lâ tasbiru



Yüklə 160,37 Kb.
səhifə2/3
tarix04.02.2018
ölçüsü160,37 Kb.
#23882
1   2   3

Islevha fasbiru ev lâ tasbiru oraya yaslanın, orayı boylayın. Artık ister sabredin ister sabretmeyin. sevaun aleyküm hiçbir fark etmez. size ilişkin hüküm değişmez. Allah’ın verdiği karar değişmez, çünkü iş işten geçti, artık yararı yok. Yani iradeyi kullanmanız gereken yerde kullanmadınız ve artık eylemin insana yarar vereceği dünyayı, hayatı terk ettiniz. Hüküm değişmez. innema tüczevne ma küntüm ta'melun çünkü siz sadece yaptıklarınızın cezasını çekmektesiniz. Başka bir şeyin değil. yani size azabı bir başkası vermedi siz azabınızı kendiniz getirdiniz. Size bir başkası gazap etmedi, siz kendi kendinize ettiniz. Aslında belanızı kendi ellerinizle buldunuz.

17-) İnnel müttekıyne fiy cennatin ve na'ıym;
Muhakkak ki korunmuşlar, cennetler ve nimetler içindedirler. (A. Hulusi)
17 - Fakat korunan muttakiler Cennetler, nimetler içinde. (Elmalı)

İnnel müttekıyne fiy cennatin ve na'ıym fakat öte yandan sorumluluk bilinciyle yaşayanlar tanımsız cennetlerde ve tarifsiz nimetler içinde yüzecekler. Tanımsız ve tarifsiz diye çevirdim fiy cennatin ve na’ıym. İkisi de belirsiz formla gelmiş. “lam”ı tarifsiz. İşte bu tanımsız, tarifsiz nasıl tarif edeceksiniz.
Fela ta'lemü nefsün ma uhfiye lehüm min kurreti a'yün. (Secde/17) öyle demiyor mu? Cennetlik mü’mini orada hangi göz kamaştırıcı sürprizlerin beklediğini hiç kimse bilemez. Tasavvur ve tahayyül dahi edemez.
Efendimiz meşhur ve sahih bir hadiste; Orada Allah’ın hazırladığı ödülleri hiçbir göz görmedi, hiçbir kulak işitmedi, hiçbir akıl kavramadı demiyor muydu? İşte bu.

18-) Fakihiyne Bima atahüm Rabbuhüm* ve vekahüm Rabbuhüm azâbel cahıym;
Rablerinin kendilerinde açığa çıkardığı ile keyiflidirler! Rableri (Varlıklarını meydana getiren Esmâ özellikleri), onları Cahîm (cehennem)'in azabından korumuştur. (A. Hulusi)
18 - Rablerinin kendilerine verdiği ile zevk yab olmaktadırlar, rableri korumuştur da onları o Cahim azâbından. (Elmalı)

Fakihiyne Bima atahüm Rabbuhüm* ve vekahüm Rabbuhüm azâbel cahıym rablerinin kendilerine verdiği nimetlerle sevinip mutlu olacaklar. Ahiziyne.. (Zariyat/16) diye geçiyordu daha önce işlediğimiz bir ayette. Alıp mutlu olacaklar. Yani rablerinden razı olacaklar. İyi ki Allah’a adanmışız, ömrümüzü iyi ki Allah’lı geçirmişiz diyecekler. Allah’la girdiğimiz alış verişten karlı çıktık diyecekler.
Ve rableri onları gözleri yuvalarından fırlatacak dehşette bir ateşin azabından koruyacak.

19-) Külu veşrebu heniy'en Bima küntüm ta'melun;
"Yaptığınız fiillerin sonucu olarak oluşanları afiyetle yeyin, için!" (A. Hulusi)
19 - Yiyin için, afiyetler olsun çalıştığınız için. (Elmalı)

Külu veşrebu heniy'en Bima küntüm ta'melun ve onlara diyecek ki rableri; vaktiyle yapmış olduğunuz şeylere karşılık yiyin, için afiyet olsun. Külu veşrebu heniy'en Bima küntüm ta'melun yiyin için afiyet olsun diyecek.

20-) Muttekiiyne alâ sururin masfufetin, ve zevvecnahüm Bi hurin ıyn;
Sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslananlar olarak... Onları (bilinçleri) Hur-i Iyn (her şeyi net, akı ak karayı kara gören özelliğe sahip bedenler) ile eşleştirdik. (Dişi huri kızı diye yorumlanan bu anlatımlar tümüyle diğer cennet yaşamı anlatımları gibi bir temsilî, sembolik anlatımdır. {"Meselül cennetilletiy" = CENNETİN TEMSİL (misal - benzetme) yollu anlatımı} 13.Ra'd: 35 ve 47.Muhammed: 15... {Sahih Hadis: Allâh buyurur ki; Sâlih kullarım için, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir aklın kavramadığı şeyler hazırladım! Buharî, Müslim ve Tırmızî} A.H.) (A. Hulusi)
20 - Dayanarak, sıra sıra dizilmiş alâ koltuklara, eş etmişizdir de kendilerine güzel iri gözlü hurîleri. (Elmalı)

Muttekiiyne alâ sururin masfufe sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak, yani onlara yaslanın, kaygı etmeyin. Artık bugün iş günü değil maaş günü. Ömrü işe çevirdiniz Allah’ta ahireti sizin için maaşa çevirdi. Mesai bitti, şimdi sefa sürün diyecek.
ve zevvecnahüm Bi hurin ıyn bir de cennette onları kusursuz bakışlı, güzel bakışlı, güzel gözlü. Güzel gözden kinaye eşine, sırf eşine bakan. Yani gözü dışarıda olmayan. Yani yüzünde göz izi, gözünde yüz izi olmayan bakışlı eşlerle evlendireceğiz.
Eşlerle diye çevirdim, dişilik ya da erkeklik, kadınlık ya da erkekliği vurgulamadım. Çünkü kelimenin kendisinde herhangi birine yaslayacak bir vurgu yok. Kelimenin kendisi her iki anlama birden geliyor. Hur; 3 kök anlama sahip. 1 – renk anlamına. 2 – Geri dönüş, ki Kur’an da bu anlamda kullanılır. İnnehu zanne en len yehure. (İnşikak/14) ayeti. Sanıyor ki bir daha hiç geri dönmeyecek, yani ölmeyecek, Allah’a kavuşmayacak, hesap vermeyecek. Ahirete inanmayan birinin hali tasvir ediliyor işte burada o manada kullanılır. 3 – Bir şeyin kendi ekseninde dönmesini ifade eder. Gözün dönmesi de bu mana da hur ile ifade edilir.
Kelime hem erkek, hem eril, hem dişil kullanıma sahip Çünkü hem havranın, hem ahverin çoğulu olabilir. Göze nispet edildiğinde ki burada göze nispet ediliyor. Terkip olarak Hurun, ‘ıynin terkibi geldiğinde Hur kelimesi göze nispet edilmiş olur. Göze nispet edildiğinde kusursuz göz, güzel bakış yani sevap bakış, yani eşler anlamında gündeme geldiğinde ise gözü dışarıda olmayan, gözü yalnız eşine dönük, Dünya güzellerini sıralasanız dünyada bir güzel vardır o da eşi. Eşlerin birbirine bakışı böyle olacak. Yani cennette göz de kusursuz olacak.
Cennette bakınız nikahlayacağız diyor. Yani aile oraya gidiyor, orada da sürüyor. Dolayısıyla nikahlanmanın özü aslında cennetten dünyaya esen bir efilti. Demek ki yer yüzünde evlilik olayı aslında cennettekinin bir kopyası. İnsanlar birbirinin başını didiklesin diye değil Allah bu müesseseyi, cennette ki o tanımsız hazzı yer yüzünde de koklasınlar diye vermiş. Orada da devam edeceğini öğreniyoruz nikahlanmanın, evlenmenin.
Bunun anlamı şu; Cennette evlilik dediğimiz hadise kusursuz bir mutluluğa dönüşecek Onun için birbirini seviyorsa eşler, bu sevgide samimi ise Allah yolunda koşarken de çift atlı bir araba gibi koşmanın gayretini güderler. Hayırda yarışırlar ve aynı akıbete kavuşmak için koşarlar. Bunu yaparlarsa eğer Allah bu dünyada da, öte alemde de onları ayırmayacaktır. Ayırmayacağını biraz ilerde gelecek ayet zaten söyleyecek.
Yine benim yaptığım bu yorumu Kasıratut tarf; cennette ki eşlerin bakışlarının birbirlerine odaklı olduğunu ifade eden bu ibareyi de teyit eder. Yani gözü dıarda olmayan eşlerden bahseder. Farklı bir ibare ana bunu destekler. Kur’an da bu terkip 4 yerde geçer. Hurun iyn. Dördü de ilginçtir ki Mekkidir. Hatta Mekke’nin aynı zaman diliminde inen surelerde yer elr.
Peki Medine’de yok mu? Bu terkip Medine de ki inen sureler hin kullanılmaz. Ya ne kullanılır? Bunun yerine azvecün mutatahhıratun terkibi gelir. tertemiz eşler. Bu terkip ahirette ödül ve cezada cinsiyet ayırımı yapılmayacağını ifade eden onu aşkın ayet ışığında anlaşılmak zorundadır.

21-) Velleziyne amenû vettebe'athüm zürriyyetühüm Bi iymanin elhakna Bihim zürriyyetehüm ve ma eletnahüm min amelihim min şey'* küllümriin Bima kesebe rehiyn;
İman edenler ve imanlı olarak kendilerine tâbi olan zürriyetleri var ya; onlara kendilerinden gelenleri de ekledik! Onların kazançlarından hiçbir şeyi de eksiltmedik... Her kişi yaptığının getirisine bağlıdır! (A. Hulusi)
21 - Ve İman edenleri ki zürriyetleri de iman ile arkalarından gelmiş, zürriyetlerini kendilerine ilhak etmişizdir, bununla beraber kendilerine amellerinden hiç bir şey eksiltmemişizdir, herkes kazancına bağlıdır. (Elmalı)

Velleziyne amenû vettebe'athüm zürriyyetühüm Bi iymanin kendileri iman eden ve soyları da bu soylu imanı izleyenlere gelince. Bakın: Bi hurin ıyn dedi, hemen arkasından ahirette aile ne olacak, yani cennetlik ailelerin durumu ne olacak sorusunun cevabına geçti, Kur’an da ki en açık cevap bu ayettir bu konuda. Velleziyne amenû vettebe'athüm zürriyyetühüm Bi iymanin
elhakna Bihim zürriyyetehüm biz onları soylarıyla bütünleştireceğiz. Buluşturacağız, birleştireceğiz. ve ma eletnahüm min amelihim min şey' ve kendi eylemlerinin karşılığından da hiçbir şey eksiltilmeyecek.
Çok ilginç, çok manidar bir ayetle karşı karşıyayız, müjde bir ayetle. Aile reisleri, anneler, babalar ve evlatlar için bir müjde bu ayet. Çocuklar ebeveynlerinin iman yolunu izlerlerse. Tersi de geçerli diyor Ferra. Ebeveynler çocuklarının iman yolunu izlerlerse. Ama izlediler ve ahirette amellerinden dolayı farklı cennetlere düştüler. Birisi Firdevs cennetinde yüce cennette, öbürü ise ona göre daha aşağılarda. Makam aynı değil, ne olacak? Eğer akıbet cennetlik ise iş bitmiyor, makam aynı değil, kavuşamayacaklar. Hatta bu kapsama eşler de girer. Farklı ise ne olacak?
Evet, bu soruya verilmiş bir cevaptır bu ayet. Allah aile bireyleri arasında ki derece farkına bakmaksızın aşağıdakileri yüce olanın katında buluşturacak ve birleştirecek bu ayet onu diyor. 26. ayet gelecek anne babanın kaygısının evlatları üzerindeki kaygısının kabul olmuş bir dua yerine geçeceğini ve bunun illetini açıklıyor. Hikmetini, sebebini, gerekçesini açıklıyor. Yani aile bireyleri arasında ki imani, takipten doğan sinerjiyi açıklayan bir ayetle karşı karşıyayız. Eğer evlatlar baba ve annenin iman yolunu takip ederlerse amelleri baba ve annenin ameline eş olmasa da, tersi de geçerli baba ve anne evlatlarının iman yolunu takip ederlerse, amelleri arasında fark olsa da Allah aileyi orada ayırmayacak.
Peki bu; ve lâ teziru vaziretun vizre uhra. (Zümer/7) hiç kimse hiç kimsenin sorumluluğunu üstlenmez, ya da herkese kendi kazandığı vardır temel Kur’anî ilkelerle uyuşur mu? diye sorarsanız işte arkasından gelen ibare bunu söylüyor;
küllümriin Bima kesebe rehiyn ne ki herkesin akıbeti kendi kazandıklarına bağlıdır. İşte bu ayet. Peki o zaman herkes kendi kazandıklarıyla yaşayacaktır, herkesin kazandığı kendisinedir ilkesiyle uyuşur mu sorusuna ayetin son cümlesi cevap veriyor. Yani Allah’ın bu tasarrufu herkesin kazandığının kendine olduğu ilkesine aykırı anlaşılmamalıdır. Adeta Allah insanı kendisine borç vermiştir. küllümriin Bima kesebe rehiyn herkes kendisinin kazandıklarının rehinidir diyor, rehinesidir. Çok ilginç bir ibare. Önce bunu açıklayalım:
Allah Telâ insan, kendisine borç verilmiştir demek istiyor. İnsanı vermiştir ve insana zimmetlemiştir. İnsan buna karşılık rehindir. Kulluğuyla kendini kurtaracaktır. Ailenin buluşturulması herkesin kendi yaptığının karşılığını göreceği ilkesine aykırı anlaşılamaz. Bu aslında sadakayı cariye hadisiyle birlikte anlaşılmalıdır. Ne diyordu Efendimiz;
Herkesin amel defteri kapanır, 3 kişinin ki, kapanmaz. Hayırlı bir evlat bırakanın, hayırlı, faydalı bir ilim bırakanın, ve sadakayı cariye, yani eğitim kurumu, ibadet kurumu, insanların istifade ettiği, yararlandığı bir birim bırakanın, bir vakıf, bir köprü, bir çeşme, bir eser bırakanın, bir kitap bırakanın amel defteri kapanmaz. Yani onun hesabı açık olur, yaşayan ameldir o. Amel yaşar. Kendisi ölür, eylemi yaşar, davranışı yaşar. Hayatta ki davranışı, ölen failin hayatta ki fiilidir. Yani ölmüş gitmiş diyemezsiniz. Ölmüş gitmiş ama fiili yaşıyor, eylemi yaşıyor. İşte bu.
Düşünün bir evlat bırakmış geriye, kendinin iman yolu üzerinde evladın yaptığından onun hesabına pay gidiyor ve o bu paydan dolayı yüksek cennetlere tırmanıyor. Şimdi dolaylı olarak kendisinin makamı ahirette yükselirken o eylemi yapan ayrı mı kalsın. Değil mi? Yani kişinin yaptığı evladın yaptığı amelden anne baba istifade ederken, o amelin sahibi olan evladın aleyhine mi olsun bu durum. Yani evlat dünyada hayırlı amel işledikçe anne babayla evladın arası da açılıyor ahiretteki makam, derece.
Şimdi böyle mi olsun? Bu doğru olmaz böyle yorumlanması doğru olmaz. O zaman evladın yolladıkları evladın aleyhine olmamalı. İşte aslında olması gerekendir bu. Böyle anlarsak doğru anlamış oluruz.
[Ek bilgi; “Bu cümlenin zikredilmesi, zürriyetler açısından da önemlidir. Yani zürriyetlerin kurtuluşu ve atalarının derecelerine yükselişleri, kendilerinin hiç katkıları olmaksızın sırf babalarının kazançlarıyla değildir. Kendilerinin iman ederek onlara uymaları ve izlerinden gitmeleri kurtuluşlarının asıl sebebidir. Ataları fiilen sebep oldukları için evlatlarını cennette yanlarında görmekten mutlu olacaklar, evlatları da iman ile onlara tâbi oldukları için kendilerini kurtarmış ve Allah'ın lütuf ve kereminden babaları gibi istifade etmiş olacaklardır.

Demek ki evlatlar kendi fiilleri olmaksızın sırf babalarının ve dedelerinin yaptıklarıyla kendilerini kurtaramazlar. Ancak imanlı olarak çalıştıkları takdirde atalarının feyzinden de faydalanarak daha kolay bir şekilde yükselebilirler.

İşte Allah Teâlâ, müminlerin evlatlarını atalarına uymak suretiyle yükselmeğe sevk ederken, soy şerefine güvenerek tembellik etmemeleri için "Herkes kendi kazandığına bağlıdır." buyurmaktadır. Şu halde bu âyette, "İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur." (Necm, 53/39) âyetinin anlamını ortadan kaldıran bir mânâ bulunduğunu zannetmek doğru değildir. Bilâkis âyeti, anlamındadır.” (Elmalılı tefsiri)]
[Ek bilgi-2; “Evlat herhangi bir derecede olsa iman ve salih kimselere uyması sebebi ile kendini kurtarırsa elbette cennete onu aşağı mertebelerden yükseltmek, yüksek derecelerde baba ve dedeyi buluşturmak artık Allah'ın fazlı keremidir. Baba ve dedenin iyiliklerinin çocuklara yararı dokunabilir. Ama kendi kazançlarından dolayı, kendilerini cehenneme layık kılmışlarsa, baba ve dede hatırına, onların cennete konulması hiçbir surette mümkün değildir.

Bununla birlikte bu ayetten şu da anlaşılır: Aşağı derecede iyi çocukların yukarı derecedeki iyi babalarla buluşturulması, aslında o çocukların kazancının sonucu değil, babalarının kazancının sonucudur. Kendi amelleri ile bu nimete layık olanların gönlünü hoş etmek için çocukları onlarla buluşturulacaklardır.

Bu bakımdan Allah derecelerini düşürerek onları çocuklarının yanına göndermeyecek, aksine çocuklarından uzak kalış onların üzülmesine sebep olup onların üzerine Allah'ın nimetinin tamamlanmasında bir eksiklik kalmasın diye çocuklarının derecesi yükseltilerek onların yanına gönderilecektir. (Ebu’l Alâ Mevdudi- Tefhimu’l Kur’an)]

22-) Ve emdednahüm Bi fakihetin ve lahmin mimma yeştehun;
Onlara temenni ettikleri meyve (marifet türleri) ve etten (özelliklerini açığa çıkaracakları bedensel özelliklerden) bol bol verdik. (A. Hulusi)
22 - Birde onlara bir meyve ve içlerinin çekeceği bir et yetiştirmekteyizdir. (Elmalı)

Ve emdednahüm Bi fakihetin ve lahmin mimma yeştehun ve biz onlara meyve ve etin her türünü, canlarının çektiği her şeyi sunacağız.

23-) Yetenaze'une fiyha ke'sen lâ lağvun fiyha ve lâ te'siym;
Onda, sarhoşlatıp ne düşünüp söylediğini bilmez hâle getirmeyen içkiler kapışırlar! (A. Hulusi)
23 - Orada bir peymâne çekiştirirler ki ne bir saçmalama vardır onda ne bir günaha sokma. (Elmalı)

Yetenaze'une fiyha ke'sen lâ lağvun fiyha ve lâ te'siym orada birbirlerine içeni boş boğaz etmeyen ve günaha sokmayan dolu kadehler sunacaklar.

24-) Ve yetufu aleyhim ğılmanün lehüm keennehüm lü'lüün meknun;
Çevrelerinde gençlik dolu hizmetliler (enerjik kuvveler) koşuşur ki, sanki onlar saklı inci! (A. Hulusi)
24 - Pırıl pırıl da üzerlerine döner kendilerine mahsus hizmetçiler, sanki sedeflerinde saklı inciler. (Elmalı)

Ve yetufu aleyhim ğılmanün lehüm ve kendileri için hazırlanmış ebedi bir gençlik ve tazelik onları hiç terk etmeyecek. Yani ahirette, cennette ebedi kalmaktan kasıt açıklanıyor burada. Bunu ben böyle çevirmeyi tercih ettim ama klasik anlama meal şöyle de olabilir. Kendileri için hizmete amade gençler etraflarında fırıl fırıl dönecekler. Ğılman hem gençlik, hem gençler anlamına alınabilir. Ama yetufu aleyhim etrafında dönmeye kendisine dönüp dönüp gelmeye de delalet eder. Yani bir şey kendisine dönüp dönüp uğruyorsa ona da delalet eder. Onun için gençlik adeta onlara dönüp dönüp gelen bir şey olacak. Yani kendilerini hiç bırakmayacak anlamına gelebilir.
keennehüm lü'lüün meknun tıpkı kabuklarında saklanmış taze, pırıl pırıl inciler gibi.

25-) Ve akbele ba'duhüm alâ ba'din yetesaelun;
Birbirlerine dönüp geçmiş hâllerini konuşurlar. (A. Hulusi)
25 - Ve bazısı bazısına dönmüş soruşuyorlardır. (Elmalı)

Ve akbele ba'duhüm alâ ba'din yetesaelun derken birbirlerine dönüp sorular soracaklar ve diyecekler ki;

26-) Kalu inna künna kablu fiy ehlina müşfikıyn;
Dediler ki: "Doğrusu biz daha önce ehlimiz içinde (korkudan) titreyenler idik." (A. Hulusi)
26 - Demektedirler: evet biz bundan evvel ilimizde korkular içinde idik. (Elmalı)

Kalu inna künna kablu fiy ehlina müşfikıyn işte geldi 26. ayet, yukarıda ki 21. ayeti açıklayan bir ayet. Onun gerekçesi bu. Diyecekler ki vaktiyle bizler ailemiz hakkında endişeye kapılır, tir tir titrerdik. Yani o endişemizin şimdi kârını yiyoruz. Tir tir titrerdik. 21. ayette ifade edilen aile buluşmasının gerekçesidir bu. Han şu ayeti hatırlayalım, tahrim/6. ayetini;
Ya eyyühelleziyne amenû, ey iman edenler ku enfüseküm ve ehliyküm naren ve kudühenNasu velhıcarah. (Tahrim/6) ateşi, yakıtı taşlar ve insanlar olan ateşten kendinizi de koruyun ailenizi de koruyun.
İşte bu koruma, işte bu hassasiyetten dolayı yaşarken tir tir titreyenler, eşlerinin ya da çocuklarının manevi istikbali için titreyenlerin bu titremesi kabul olmuş bir duaya dönüşecek. Ve Allah onların bu dualarını boşa çıkarmayacak.

27-) FemennAllâhu aleyna ve vekana azâbessemum;
"Allâh bize lütfetti ve bizi (cehennem ateşi) Semum'un (insan bedeninin gözeneklerinden geçen zehirleyici dumansız ateş; mikrodalga radyasyon) azabından korudu!" (A. Hulusi)
27 - Bakınız Allah bize lütfetti ve bizleri o semûm azâbından korudu. (Elmalı)

FemennAllâhu aleyna ve vekana azâbessemum fakat Allah bize kerem etti de bizi zehir gibi içe işleyen yakıcı bir ateşin azabından korudu. Azâbessemum; Semum; Sem zehir demektir. Semum sam rüzgârına, asklında sam oradan gelir. değdiğini yakar, kavurur, kurutur. Azâbessemum zehir gibi içe işleyen bir alevli rüzgâr anlamına gelir.

28-) İnna künna min kablu ned'uh* inneHU "HU"vel Berrur Rahıym;
"Muhakkak ki biz bundan önce de O'na yöneliyorduk! Muhakkak ki O, Berr'dir, Rahıym'dir." (A. Hulusi)
28 - Evet biz bundan evvel ona duâ ediyor korumasını istiyorduk, hakikat o öyle keremkâr öyle rahîm.

İnna künna min kablu ned'uh şüphesiz biz bundan önce de hep O’na dua eder, O’na yalvarır yakarırdık. inneHU "HU"vel Berrur Rahıym çünkü O, yani Allah, evet O’dur mutlak iyi olan, sonsuz merhamet sahibi olan. Mutlak iyi, el berru. Muhteşem bir esmadan, muhteşem bir isim. Mutlak iyi Allah’tır. Allah dışında iyi dediğiniz her iyi iyiliğini O’na borçludur. Onun için iyilikte aklınıza her ne mükemmellik geliyorsa onu Allah’a atfedeceksiniz, o zaman doğru yapmış oluruz.

29-) Fezekkir fema ente Bi nı'meti Rabbike Bi kahinin ve lâ mecnun;
(Rasûlüm) sen hatırlat! Rabbinin nimeti olarak, sen ne bir kâhin olarak açığa çıkarıldın ve ne de cin etkisi altında olan kişi! (A. Hulusi)
29 - O halde vaaz-u tezkire devam et, çünkü sen, rabbinin nimeti hakkı için, ne kâhinsin ne de mecnun. (Elmalı)

Fezekkir fema ente Bi nı'meti Rabbike Bi kahinin ve lâ mecnun imdi, ey peygamber sen ümit vermeyi sürdür. Nasihat etmeye devam et, uyar. Ne var ki rabbinin nimeti sayesinde senin bir kahin ve bir mecnun olmadığın o kadar açık ki asla ihtimal dahilinde bile değil. Bu bir kalıp aslında. Ma yı nafiyenin haberi eğer B ile gelirse imkan veya ihtimal yokluğuna delalet eder. Senin kahin ve mecnun, cinlenmiş olma ihtimalin yoktur. Zımnen şöyle anlıyorum ben bunu; elinde sihirli bir değnek yok, Öğüt alan alır, almayan da sonuçlarına katlanır.

30-) Em yekulune şa'ırun neterabbesu Bihi raybelmenun;
Yoksa: "Bir şairdir. Bekleyelim bakalım zaman içinde ne olur sonu" mu diyorlar! (A. Hulusi)
30 - Yoksa «bir şâir biz ona «reybul menun»u gözetiyoruz» mu diyorlar? (Elmalı)

Em yekulune şa'ırun neterabbesu Bihi raybelmenun yoksa (şimdi de) o bir şairdir feleğin sillesini yiyeceği zamanı bekleyin, kollayın bakalım. Ne zaman feleğin sillesini yiyecek sabredin, bekleyin mi diyorlar. İnkârcı muhataplar helak ile korkutulduklarında kendilerini hep böyle avutuyorlardı. Feleğin sillesini yakında yiyecek bekleyin diyorlardı.

31-) Kul terebbesu feinniy meakum minelmuterabbisıyn;
De ki: "Bekleyin bakalım! Muhakkak ki ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!" (A. Hulusi)
31 - De ki: gözetin çünkü ben de sizinle gözetenlerdenim. (Elmalı)

Kul terebbesu feinniy meakum minelmuterabbisıyn de ki sen de onlara; Siz bekleyin, unutmayın ki ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim. Zımnen siz benim başarısızlığımı bekleyin bakalım. Ama bende Allah’ın beni başarıya ulaştıracağını bekliyorum. O günü, o fetih gününü bekliyorum.

32-) Em te'muruhüm ahlamuhüm Bihazâ em hüm kavmun tağun;
Onlara bunu akılları mı emrediyor; yoksa onlar küstah bir toplum mu? (A. Hulusi)
32 - Yoksa onlara bunu (bu tenakuzu) akılları mı emrediyor? Yoksa azgın bir kavım mıdırlar? (Elmalı)

Em te'muruhüm ahlamuhüm Bihazâ yoksa onları bu tavıra savruk akılları mı götürüyor. Yoksa onları savruk akılları mı böyle bir sonuca ulaştırıyor. Savruk akıl, girişte de bu ayete dikkat çekmiştim hatırlarsanız 32. ayete. Aslında Ahlam; Rağıp El Isfahan inin açıkladığına göre köken olarak o bu kelimeyi “hilm’e veriyor. Yumuşak huyluluğa, hoş görüye. O zaman mana şöyle olur. Yoksa onları bu tavra iten o engin hoş görüleri mi. Burada tabii ki bir parça ince bir ironi, ince bir istihza da görüyoruz.
Ama bu da sanki yabana atılmaz gibi geliyor. 30. ayeti hatırlayın. Hani diyorlardı ya feleğin sillesini yiyinceye kadar bırakın kendi haline. Yani, ne kadar da hoş görülüler. Sanki tükürük atmamışlar, taşlamamışlar,i hakaret etmemişler, sırtına işkembe koymamışlar, sanki onca eziyeti yapmamışlar, mü’minleri yurtlarından etmemişler, yuvalarından etmemişler, işkence etmemişler, Ammar’a, Zinnire’ye, Yasir’e, Sümeyye ye sanki, dünyayı başlarına dar getiren onlar değilmiş gibi şu tavırlarına bakın. Bırakında feleğin sillesini yesin derken iki yüzlülüklerine bak anlamına da gelebilir bu.
em hüm kavmun tağun sakın onlar isyanda sınır tanımayan azgın bir topluluk olmasınlar?

33-) Em yekulune tekavveleh* bel lâ yu'minun;
Yoksa "Onu uyduruyor" mu diyorlar? Hayır, onlar iman etmiyorlar! (A. Hulusi)
33 - Yoksa onu (o Kur'an ı) kendisi uydurmakta mı diyorlar? Hayır kendileri inanmazlar. (Elmalı)

Em yekulune tekavvelehu ya yoksa onlar; “onu kendi üretti, kendi söyledi” mi diyorlar. Kendi söylediğini Allah’a isnat etti mi diyorlar. Burada da yine bir hile yapıyorlar farkında mısınız. İnkarcıların ve münafıkların niteliğidir bu. Tam şeytani bir niteliktir. Nedir bu; Hesapta Allah’ı peygamberine karşı savunma perdesi altına sığınıp inkar ediyorlar. Allah’ı nasıl savunmuş görünüyorlar burada? Onu uydurup Allah’a isnat etti. Yani Allah’a da kötülük etti demeye getiriyorlar. Şeytanla benzerliği nerede? Adem’e secde etmem, edersem Allah’a ederim mantığından. Yani Allah’ın emrini çiğnerken Allah’ı kolluyormuş gibi yapmak, işte böyle bir şeytani mantık bu.
bel lâ yu'minun ama yoo! Dediklerine kendileri de inanmıyorlar. Yani onu uydurdu Allah’a isnat ediyorlar ama, onu; onun uydurması, söylemesi, yazması mümkin değil. Tarihsel olarak mümkin değil. Ondan bu güne kadar böyle sözler hiç sadır olmadı. Fiili olarak mümkin değil yazmayı okumayı bilmez. Sonuç olarak mümkin değil Kur’an bir insanın ortaya çıkarabileceği bir metin değil. Zaten bunu yapabilselerdi kendileri yapacaklardı.Onun için onlara meydan okuyor Kur’an ve diyor ki;

34-) Felye'tu Bi hadiysin mislihi in kânu sadikıyn;
Eğer sözlerinde sadıklarsa Onun benzeri bir söz getirsinler! (A. Hulusi)
34 - Haydi onun gibi bir söz getirsinler, doğru iseler. (Elmalı)

Yüklə 160,37 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©www.genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə